Kainatta hiçbir canlı yoktur ki başı boş hareket etsin. Her varlığın hareketi bir bilinç ve sistematik ölçü içerisinde gerçekleşmektedir. İçtiğimiz hayat kaynağı su hepimizin bildiği üzere 2 tane hidrojen ve 1 tane oksijenden meydana gelmiştir. Suda bulunan hidrojen ve oksijene ayrı ayrı bakıldığında hidrojenin yanıcı, oksijenin ise yakıcı bir özelliği olduğu görülmektedir. Ancak bir ölçü ve bilinç içerisinde gerçekleşen kimyasal olaylar sayesinde 2 hidrojen ve 1 oksijen bir araya geldiğinde ortaya akıllarda hayretler uyandıracak bir mucize gerçekleşir ve ortaya yepyeni bir ürün, hayat kaynağı ve barındırdığı hidrojen ve oksijenden çok farklı bir özelliğe sahip su oluşur.
Peki buradan ne anlamalıyız? Nasıl ki zarar verici gözle göremeyeceğimiz boyuttaki hidrojen ve oksijen, belli ölçüler ve sınırlar dışına çıkmadan bir bilinç ve sistematik kurallar içerisinde hareket edip hayat kaynağı suyu oluşturuyorsa insanoğlu da tıpkı su misali farklı fikir ve görüşlerden oluşsa dahi bilincini ve ölçüsünü kaçırmamalı, bulunduğu ortamlarda karakterli duruşunu sergilemelidir. İşte bu bilinç ve ölçü, “şuur” denilen insanı insan yapan karakterin mayasını oluşturur. Şuur her alanda ve her ortamda insanın yaptığı işteki ahlakını ve görev yaptığı kuruma olan saygısını gösterir. İlimle, bilimle ve fikirle uğraşan insanlar her zaman toplumda büyük saygıyla karşılanır ve onlara hürmet gösterilir. Ancak hürmete layık olmakla kastettiğim sadece bir diploma sahibi olmak ya da bir şekilde belirli mevkiye gelmek demek değildir. Şuurunu kaybeden bir insan ne kadar okumuş olursa olsun, bilinç ve ahlaktan yoksun ise ona gösterilen hürmet sadece kişinin nefsini şımartmaya yöneliktir. Asla ve asla kişiler elde ettiklerini kendi meziyetleri olarak görmemeli ve şuurunu kaybetmemelidir. Nice okumamışlar (diploma sahibi olmayan) vardır, diplomalarıyla övünen nice okumuş cahillerden şuurludur!
İlim öğrenme gayesi sadece makam ve mevki elde etmek üzerine kurulu olan insanın varacağı son durak “ziyandır”!. Bu yüzdendir ki şuurlu insan “Kendini bilen Rabbini bilir” şeklinde tarif edilmektedir. Kendini bilmek, ilim sahibi insanların gurur ve kibir peşinde koşmadan, mevkilerini kullanarak kendi çıkarlarını gözetmeden, şuurlu bir şekilde karakter ve ahlak kaidelerine uyarak adaleti ve hakkaniyeti gözetmesi demektir. Sağa sola saldıran, ağzından çıkanı kulağı duymayacak seviyede ne konuştuğunu bilmeyenlere “Şuursuz!” deriz öyle değilmi? Hem bireyler anlamında hem de toplumsal anlamda şuur kaybedildiğinde emin olun hayvanları da tenzih ediyorum onlardan daha aşağılık bir mahlukata dönüşüverir.
Yaptığımız iş, bulunduğumuz mevkiler bizlere verilen birer emanettir. Emanetin asıl sahibi de Allah’tır! Şuurlu bir insan, şuurlu bir çalışan, şuurlu bir akademisyen mesleği her ne olursa olsun bu şuur bilinciyle hareket etmek zorundadır. Gönül alemine tercüman olan büyüklerden bir tanesi derki “Halvette şöhret, Şöhrette ise afet vardır”!. Zevklerimiz ve hırslarımız doğrultusunda şöhret yolunu kendimize düstur edinirsek sonu afet ve hüsrandır. Sonu koskoca bir çöplüktür!
Bir akademisyenin sahip olduğu kimliğe ve bulunduğu mevkiye layık olduğunun göstergesi şuurlu bir duruş sergilemesidir. İçinde bulunduğumuz Mübarek Ramazan ayı insan olarak, bir kul olarak şuurun ne kadar gerekli olduğunu bizlere göstermektedir. Sahur vaktinden iftar vaktine kadar Allah için bedeni ihtiyaçlarından yoksun kalan bir insan ne kadar aciz olduğunun şuuruna varıp eğerki kalbindeki kötü hissiyatlara da oruç tutturabiliyorsa işte o zaman şuura ermiş demektir. Allah bizleri şuurdan ve hakkaniyetten yoksun bırakmasın…