Yüksek Hızlı Tren’in altıncı vagonundayım.
Ankara’dan Yozgat’a doğru kıvrıla kıvrıla giden raylarda sadece tren ilerlemiyor, zaman da geriye doğru akıyor sanki.
Camdan dışarı bakarken, çakıllı yolları, yamalı tarlaları, başında yazması, elinde çapa taşıyan kadınları görüyorum.
Gözümde bir an canlanıyor çocukluk anılarım. Köyde dedemin sırtında taşla döndüğü tarlalar, anneannemin kazan kaynattığı o daracık mutfak, yağlı yufkadan sarılmış peynirli gözlemeler...
İnsan trenle yol alırken biraz da içinden geçiyor, kendini, geçmişini sorguluyor. Hani derler ya "Anadolu’da tren rayı değil, alın teri döşelidir" diye. Bizim raylarımız da öyle işte. Yozgatlı hep cefayı yüklenmiş ama şikayeti kendine etmiş.
Dağ gibi durmuş, devlet ne derse boyun eğmiş ama yüreğinde hep kendi türküsünü mırıldanmış.
Biz Yozgatlıyız...
Azla yetinen, çok çalışıp az konuşan, devletine karşı hep bir adım geride duran ama milletin yükünü sırtlayan insanlarız. Ne büyükşehirdeki gibi kurnazız ne sahil şehrindeki gibi fiyakalıyız.
Bizde ayakkabı çamurluysa, gönül temizdir. Ceket eskiyse, söz yenidir. Tarlada kavrulan el, ekmeğin kıymetini bilir.
Trende genç bir çiftin konuşmasına kulak misafiri oluyorum. "Yozgat’a ilk defa gideceğiz, çok anlatıyorlar" diyor biri.
İçimden diyorum ki, Yozgat anlatılmaz, yaşanır.
Çünkü burada zaman ağır işler. Herkes birbirini tanır, sokakta selam vermek adettendir.
Cami çıkışında tanımadığın biriyle göz göze gelirsin, cenaze evine uğramadan geçemezsin. Düğün olur, herkesin evi şenlenir.
Yokluk içinde paylaşmanın en güzel hali bu topraklarda yeşerir.
Yozgatlı’nın mayasında sabır var. Bir iş olsun diye değil, sağlam olsun diye yapılır. Bakın şu hızlı trene, yıllardır konuşulurdu, "ne zaman gelir bu memlekete" diye...
Geldi işte. Şimdi de gözümüz havalimanında. Çocuklarımıza, torunlarımıza daha kolay ulaşılabilen bir Yozgat bırakmak için. Ama mesele sadece yol değil, mesele gönülden gönüle giden köprü. Yozgatlı yıllarca sessiz yürüdü.
Omzunda göçün yükü, elinde valizi... Gittiği yerde başını öne eğdi, işine baktı.
Bir kuru maaşla beş çocuğu okuttu, biri doktor oldu, biri öğretmen, biri işçi... Ama hep memlekete dönerken gözleri doldu.
Şimdi diyorum ki, çocuklarımıza güzel yollar, güzel okullar, güzel yarınlar bırakalım. Sadece bina değil, ahlak da inşa edelim.
"Komşu komşunun külüne muhtaçtır" derlerdi eskiler. Şimdi kül değil, yürek yüreğe muhtaç. Dayanışmaya, vefaya, sadakate muhtacız.
Gelin şu Yozgat’ı birlikte büyütelim. Kavgasız, kıskançlıksız, hasetsiz... Herkesin taş üstüne taş koyduğu bir memleket olsun. Çünkü biz bir olursak, Yozgat da yol olur, yurt olur, umut olur. Yozgatlı hep sadıktır.
Devlete küsmemiştir. Seçimden seçime hatırlanmayı sineye çekmiştir.
Herkese yar olmuş, kendi yarsız kalmıştır. Ama yine de dua etmeyi, helalleşmeyi unutmaz.
İşte biz böyle bir milletiz. Raylara dökülen alın terinin, toprağa düşen umudun adıdır Yozgat.
Altıncı vagonu geçtik, gözüm uzaklara dalıyor. Tren değil artık, hayallerim gidiyor. İçimde bir dilek:
"Yozgat’ta çocuklar geleceğe bakarken, biz de geçmişe gülümseyelim."
Yolculuk sürüyor... Tıpkı hayat gibi.
Ve biz hep Yozgat’ız.
Altıncı vagondan Yozgat!
