Anılarla Mazideki Yozgat – 65 Rahmetlik Babamla ev yıkım anılarım

Abone Ol

Önceki yazımızda babamın eski evleri yıkıp enkazını sattığını, teyzemin oğlununda İstanbul’ da denizde boğulduğundan bahsetmiştik. Bugünde kaydığımız yerden yazıma devam ediyorum. Rahmetlik babam yıktığı evlerin ağaçlarını kapı pencerelerini Cumhuriyet İlk Okulu nun tam karşısındaki büyük arsada satıyordu. Yorulduğunda da kendi yaptığı bu küçük barakada dinleniyordu.

Birgün rahmetlik babam sabah erken bu enkaz sattığı bu iş yerine geldi. Birde baktıki utanmaz bir adam babamın bu barakasının içine büyük abdesini yapmış, babamın buna canı çok sıkıldı. Çok üzüldü. Neyse oraları temizledi. Ertesi gün yine aynı, daha ertesi gün yine aynı, babam bu olaya çok sinirlendi. Üzüntüsünden evde yemekte yemedi. Anneme ben bu adamı bulup, öldüreceğim. Her kaça patlarsa patlasın dedi. Rahmetlik annemde yapma Sıddık, elini belada koyma, Allah onun belasını verir dedi. Babam yok bu böyle olmaz ben bunun cezasını vereceğim dedi.

Ertesi akşam babam evde yemeğini yedidikten sonra inşaat yerine gitti. Elinede meşe sapından yapılmış iyi bir sopa aldı. Bir köşeye saklandı. Adamı beklemeye başladı. Birde gecenin bir gibi bir saatinde adam gelip, babamın yaptığı bu barakanın içine giriyor. Babam saklandığı yerden adamı izledi. Adam pantolonunu çıkarıp oturdu. Rahmetlik babam saklandığı yerden suratla çıktı. Adama doğru bağıra, bağıra gelip, elindeki sopa ile adama hızlı hızlı vurmaya başlıyor. Adam korkudan aklı çıkmış, neye uğradığını bilemiyor. Dili tutuluyor kekeliye kekeliye başı gözü kanlar içinde pantolonunu tuta tuta kaçıyor. Babam her yetiştiğinde adama sopayı indiriyor. Arkasından bağırıyor inşallah bir daha yanılır yenilir gelirde buraya bir daha pislersin . o zaman elimden hiç kurtulaman diyor. Bir daha gelir buraya pislersen , pisliğini sana yediririm diyor. Bu olaydan sonra adam bir daha bu inşaatın önünden bile geçmiyor. Arkadaşları sana ne oldu. Her tarafın yara bere içinde diyorlarmış buda gece eve giderken ayağım takıldı düştüm diyormuş. Rahmetlik babam böyle de bir olay atlattı.

Birgün yine ciğerlerim babam saat kulesinin altındaki bugünkü ALBARAKA TÜRK’ ün olduğu yerdeki eski bir evin yıkımını yapıyor. Evin içteki oda duvarlarından bir tanesi kaldı. Oda yıkılacak , duvar dolma duvar ağaçların arası ufak helik taşlarla örülmüş, üstü çamurla sıvanmış, ev yıkan ustalar, bunu tek tek söküp, yıkmaktan üşeniyorlar. Üst kısımdan urganla bağlayalım çekip yıkalım diyorlar. Rahmetlik babam da çekip yıkarsanız alt kattaki mağazanın yuvarlamaları ufanır, ben büyük zarar ederim diyor. Amelelerde sen hiç korma Sıddık amca senin ağaçlarına bir zarar gelirse biz öderiz sen hiç üzülme d iyorlar, babamı razı ediyorlar. Sonunda urganı duvarın üst kısmına bağlayıp duvarı esnede, esnede ileri geri sallıyorlar, birden iyice asılıp çekinde dolma duvar büyük bir gürültü ile devriliyor, etraf toz, duman içinde kalıyor. Bodrum katın bütün yuvarlamalarıda ortadan ikiye bölünüyor. Babam bu olaya çok üzülüyor, ben size demedimmi bunun böyle olacağını diye adamlara söylüyor, adamlar da Sıddık amca biz ne bilelim bu işin böyle olacağını diyorlar. Rahmetlik babam yinede bunların yevmiyesini kesmiyor, zararı kendisi karşılıyor.

Dolma duvarın yıkılması ile evin bodrum katı açılıyor. Burdan evin eski sahiplerinin cizmeleri, ayakkabıları, eski sepet çanta kazma kürek gibi eşyaları çıkıyor. Birde eski bir sandık çıkıyor, teneke kablı üstü balık sırtı, ameleler bu sandığın içini açıyorlar. İçinden at kamçısı, peynir tokmağı, birde kılıflı kılıç çıkıyor. Amelenin biri çıkan bu kılıflı kılıcı o anda yanından geçen hanımına verip, evine salıyor. Ben babama söyledim. Baba bak adam kılıcı aldı hanımına verdi evine götürüyor. Al elinden dedim. Rahmetlik babam hiç oralı olmadı. Ben hala o işlemeli kılıç a hala üzülülürüm. O kadar evin yuvarlama ağaçlarını kırdılar, birde evden çıkan kılıflı kılıç ı alıp götürdüler

O zamanlar sanat okulunun arka kısımları bataklık, kanalizasyon suları buralardan akıyor, ısırgan otlarıyla kaplı bir yerdi. Sivas yolu lise caddesinden geçiyordu. Bu arkadaki bataklık yerde dozer çalışıyor. Dozerin çıkardığı sarı taşları bir adam yanındaki 5-6 kişi ile toplayıp, toplayıp bir kenarda biriktiriyordu. Bende onları geriden seyrediyordum. Adam 5-6 kamyon sarı taş biriktirdi. O zamanlar bu sarı taşlar çok kıymetli idi. Adam ben gidip bunları götürmeye bir araba ayarlayım dedi. Dozercide bana şu kadar para vereceksin dedi. Bak sana ne güzel kaç kamyon taş çıkardım dedi. Adamda sana beş kuruş vermem işte o kadar avucunu yalarsın dedi gitti. Adamın gitmesiyle dozerci dozeri çalıştırdı bunun ne kadar topladığı taş varsa hepsini dağıttı. Dozerin önündeki bıçakla taşların üzerine vura, vura taşları iyice gömdü. Adam geldi. Durumu gördü. Elini beline koyup baka kaldı. Sonunda oradan üzülerek ayrıldı.

Bugünkü anlatacaklarım bundan ibaret olup haftaya başka bir makalede buluşmak üzere yazımı Faruk Nafız Çamlıbel in Han duvarları adlı şiiriyle kaldığımız yerden devam ediyorum. Hepinize selamlar, sevgiler, saygılar.

FARUK NAFIZ ÇAMLIBEL

H A N D U V A R L A R I

Bir noktada birlişmiş vatanın dört bucağı,

Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.

Bir pırıltı gördümü gördümü gözler hemen dalıyor.

Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.

Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı

Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.

Git gide birer ayet gibi derinleştiler

Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler…

Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,

Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;

Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,

Aygın baygın maniler, açık saçık resimler…

Uykuya varmak için bu hazin günde erken,

Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken

Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı.

Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı..