Yozgatlı bir bebek, annesinden doğduğu ilk gün cezalı doğuyor algısı var toplumda.
Cezayı da veren, güya Gazi Mustafa Kemal Atatürk…
Bu şehirde nesiller boyu anlatılan, kahvehanelerde “Yozgat’a Atatürk küsmüş” diye söylenen o hikaye… Ne acı ki, tarih boyunca en büyük cezayı Gazi’den değil, birbirimizden, kendimizden aldık.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ömrü boyunca Yozgat’a iki kez geldi. İyi ki de geldi!
Birincisinde 1919 yılında -Sivas Kongresi sonrası- Yozgat’taki direnişi yerinde görmek, halkla temas etmek için uğradı. İkincisinde ise Cumhuriyet’in ilk yıllarında yeniden bu topraklara dönerek halkla bir araya geldi.
Aradan tam 101 yıl geçti. Biz hala o gelişin ardından bir “ceza hikayesi” uydurup, kendi ayağımıza pranga takıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde, Gazi’nin Yozgat’a gelişinin 101’inci yılı kutlandı.
Kutlamada Yozgat Belediye Başkanı Dr. Kazım Arslan öyle bir konuşma yaptı ki, her kelimesi hem geçmişe, hem bugüne tokat gibi çarptı:
“Atatürk Yozgat’a ceza vermedi. Yozgat, kendi potansiyelini göremediği, kendi insanına sahip çıkamadığı için geri kaldı. Biz yıllarca bu ‘ceza verildi’ yalanının arkasına sığınıp, kendi ihmallerimizi gizledik. Artık bu ezberden kurtulmalıyız. Yozgat’a ceza yok, sorumluluk var.”
Bu söz, aslında bir dönüm noktası. Çünkü gerçeği konuşmak cesaret ister.
Yıllarca tarih bilmeden, belge görmeden, sadece “öyle duydum” diyerek konuşan bir toplum olduk.
Oysa tarihçiler, arşivler, resmi kayıtlar açık:
Atatürk Yozgat’a ne bir ceza verdi, ne bir yatırım yasağı koydu, ne de bir dışlama politikası uyguladı.
CEZA DEĞİL, KENDİNİ UNUTMA
Yozgat’ın Kurtuluş Savaşı yıllarındaki hikayesine bakın; ayaklanmalar, çeteler, teslim olmayan köyler…
Ama aynı zamanda kahramanlık, fedakarlık, şehitlik dolu sayfalar da var.
Atatürk’ün Yozgat’a “küstüğü” iddiası, aslında Cumhuriyet sonrası Yozgat’ın gelişememesine halkın bulduğu psikolojik bir bahane.
Tarihçi Prof. Dr. Cemil Koçak bir makalesinde şöyle diyor:
“Atatürk’ün Yozgat’a ceza verdiğine dair hiçbir resmi kayıt yoktur. Bu tür söylentiler, sosyolojik olarak toplumun kendi başarısızlığını dışsal bir güce yükleme refleksidir.”
Biz ne yaptık peki?
Kendimize ceza verdik.
Yatırıma direnerek, birlik olamayıp bölünerek, hemşehrimizi dışlayarak, gençlerimizi göçe mecbur bırakarak verdik o cezayı.
Sonra da “Bize Atatürk ceza verdi” diyerek kendi günahımızı tarihin sırtına yükledik.
CEZAYI BİZ VERDİK, ÜSTELİK KATMERLİ
Yozgatlı iş insanı kendi şehrine yatırım yapmadı.
Yozgatlı siyasetçi, ilçeciliği birlik ruhunun önüne koydu.
Yozgatlı genç, şehrine küsüp ilk fırsatta başka diyarlara göç etti.
Ve biz hala dönüp dönüp “Niye geri kaldık?” diye soruyoruz.
Cevabı çok basit;
Çünkü Atatürk bize değil, biz kendimize ceza verdik.
Ve o cezayı hala sürdürüyoruz.
Küsmüş, darılmış, içine kapanmış bir şehir psikolojisiyle, fırsatları elimizle geri çeviriyoruz.
Sonra da karşıya geçip, “Atatürk bizi unuttu” diyoruz.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Yozgat’a geldiğinde ne demişti biliyor musunuz?
“Anadolu’nun kalbi, bu topraklarda atıyor.”
Ama o kalbi biz zayıflattık.
Kendi kabuğumuza çekilip o kalbin sesini susturduk.
Bugün hala aynı soruyu soruyorum;
Gerçekten bize ceza veren Atatürk müydü, yoksa tembelliğimiz, bölünmüşlüğümüz, kendimize olan güvensizliğimiz miydi?
Yozgat’a ceza verilmedi.
Ama biz, Yozgat’a adalet de vermedik.
Ne emeğe, ne liyakate, ne fikre…
O yüzden artık cezadan değil, fırsattan bahsedelim.
Atatürk’ün değil, Yozgat’ın yeniden doğuş hikayesini yazalım.
Yeter ki şu yalanı bırakıp aynaya dürüstçe bakalım:
Bize Atatürk ceza vermedi, biz kendimize verdik.