Rüzgarın önünde savrulan değil, rüzgara yön verenlere…
Korkunun değil, inancın siperinde duranlara…
“Vatan” kelimesini süs diye değil, emanet diye yüreğine kazıyanlara selam olsun.
Cumhuriyet’in 102. yılındayız.
Bir asrı geçti ama o ilk günkü heyecan hala damarlarımızda geziyor. Bugün içinde bulunduğumuz dünya düzenine bakınca daha iyi anlıyoruz:
Cumhuriyet, sadece bir yönetim biçimi değil; bir milletin onurunun, inancının ve insanlığının çatı ismidir.
Kimi devletler silahıyla övünür, kimisi servetiyle.
Ama bizim övündüğümüz şey, bir avuç yorgun bedenin içindeki koca yürektir.
Çünkü biz, düşmanın denizden, gökten, karadan kuşattığı bir zamanda bile diz çökmeyen bir milletin torunlarıyız.
Bizim ecdadımız, “namus” dedi mi sadece kadınını, kızını değil; vatan toprağını da kastederdi.
Ve bu topraklar o namusun mührüdür.
Cumhuriyet…
Bir milletin yeniden doğuşudur.
Bir milletin, “Artık başkasının gölgesinde değil, kendi güneşinde ısınacağım” deyişidir.
Atatürk ve silah arkadaşları, sadece düşmanı değil, umutsuzluğu da yenmiştir.
O günlerde Anadolu, harap bir topraktı belki ama o toprağın insanı imanla diriydi.
Kağnısının tekerleği çamura batarken bile pes etmeyen analar vardı.
Bir elinde mermi, diğer elinde bebek battaniyesi taşıyan, gözünde yaş, içinde dua olan o anneler…
Onların nasırlı elleri, bugün çocuklarımızın tuttuğu kalemin harflerinde yaşıyor.
Kimi, karanlıkta donan bir cephede son nefesini verirken “vatan sağ olsun” diyordu.
Kimi, cepheye giden oğluna sarılıp “git oğlum, seninle vatan doğacak” diyordu.
İşte o sözlerin toplamıdır Cumhuriyet.
Bir milletin var olma duasıdır.
Bugün ekranlarda, meclis kürsülerinde, sosyal medyada çok söz duyuyoruz “Cumhuriyet” üzerine.
Ama unutmamak gerekir:
Cumhuriyet sadece bir tarih değildir, bir karakterdir.
Bir milletin kendine sözüdür:
“Ben kimsenin esiri olmam.”
Cumhuriyet, inançla alınan bir kararın sonucudur.
Allah’ın yeryüzündeki nizamını korumak, kulun hakkını, kadının onurunu, çocuğun geleceğini güvenceye almak için verilen bir mücadeledir.
Bu yüzden Cumhuriyet’in 102. yılı, sadece bir bayram değil; bir hatırlayıştır.
Bizim Cumhuriyetimiz, Paris’te yazılmış bir metin değildir.
Ankara’nın taşında, Sakarya’nın suyunda, Yozgat’ın köyünde yoğrulmuş bir ruhtur.
Bizim Cumhuriyetimiz, bir milletin Allah’a verdiği sözdür:
“Zulme boyun eğmeyeceğim.”
Ve şimdi soralım kendimize…
Biz o emanete ne kadar sahip çıkıyoruz?
Gazi Mustafa Kemal’in “muasır medeniyet” dediği hedefe ne kadar yaklaştık?
Bugün hala birbirimizle didişiyorsak, hala birliğimizi unutturacak küçük hesapların peşindeysek, demek ki Cumhuriyet’in sadece takvimdeki sayfasını kutluyoruz, ruhunu değil.
Cumhuriyet’i yaşatmak, sadece 29 Ekim’de bayrak asmakla olmaz.
Cumhuriyet’i yaşatmak, dürüst olmakla, çalışmakla, emaneti hakkıyla taşımakla olur.
Bir öğretmen sınıfta ışığı yakarken, bir hemşire gece nöbetinde dua ederken, bir asker sınırda nöbet tutarken aslında Cumhuriyet’i ayakta tutuyor. Bu yüzden, bu ülkenin her emekçisi, her vatan evladı, her alın teri damlası Cumhuriyet’in sessiz kahramanıdır.
Bayrağını yere düşürmeyenlere selam olsun…
Bir yanda şehit mezarında dua okuyan anneye, bir yanda sabah fabrikaya yürüyen işçiye…
Bir yanda kalemini doğruluk için kullanan gazeteciye, bir yanda yüreğini vatana adamış askere…
Hepsi aynı zincirin halkaları, aynı hikâyenin kahramanlarıdır.
Cumhuriyet bizim sadece tarihimiz değil, yarınlarımızın da teminatıdır.
Onu yaşatmak, torunlarımızın alnına onurla bırakacağımız en büyük mirastır.
Ve biz biliyoruz ki, bu milletin damarlarında hâlâ o ilk günkü ateş yanıyor.
Yeter ki o ateşi küllenmeye bırakmayalım.
Bir asır önce bu topraklar, kanla yazılmış bir dua ile yeniden doğdu.
Bugün biz o duanın yaşayan cümlesiyiz.
O yüzden…
Bayrağını yere düşürmeyenlere, vatanı bir karış toprak için değil, bir emanet için koruyanlara,
Cumhuriyet’in anlamını sadece sözde değil, özde yaşayanlara selam olsun!
Selam olsun yüreğiyle nöbet tutanlara, kalemiyle direnenlere, selam olsun Cumhuriyet’i sadece kutlayan değil, yaşatanlara!