Pazartesi. Takvimin ilk günü. Kiminin mesaiyle, kiminin umutla, kimininse “bitse de gitsek” diye baktığı bir gün. Ama ben bu sabaha, güneş gibi doğan bir niyetle başladım.
İnsan hala bir şeyleri güzel düşleyebiliyorsa, yola çıkmak için geç değildir.
Bir hafta daha başlamış. Kimimiz dükkanının kepengini kaldırmış, kimimiz tatil yollarına düşmüş, kimimiz sabah ezanı sonrası çay suyunu ocağa koymuş. Hepimiz farklıyız ama aynı yorgunlukta buluşmuşuz sanki. Ve bu yorgunluğun içinde bir şey daha var, memleket.
SİYASET SİYASET DEĞİL ADETA SİHİRLİ BİR GÖSTERİ GİBİ…
Siyasi sahnede son perdeye yaklaşır gibiyiz ama alkışlayan seyirci mi çok, yoksa sahneye taş atan mı ayırt edemiyoruz. Garip bir oyun bu.
Eskiden siyasetçi milleti anlamaya çalışırdı, şimdi seçmen milleti kandırmaya çalışan siyasetçiyi çözmeye çalışıyor.
Ne garip değil mi? Eskiden “ben partiliyim” diyene saygı vardı, şimdi “ben beklenticiyim” diyene siyaset akrobatı lazım.
Bir bakıyorsunuz sabah sol, akşam sağ, ertesi gün merkezin tam göbeğinde!
Siyasetçiler rüzgara göre yön değiştiren rüzgargülü olmuş, seçmen de meteoroloji uzmanı kesilmiş.
Ama dikkat edin, bu rüzgâr bir gün fırtına getirir.
Türk siyaseti; fikirle değil, figürle yönetilirse; liyakatle değil, lüksle konuşulursa; bir gün millet “yeter” demeyi öğrenir.
ANADOLU’DA DAVUL SESLERİ, BELEDİYELERDE PARA YOK
Yurdun dört bir yanında şenlikler var. Köy dernekleri gurbette özlem biriktirenleri çağırıyor: "Gel köyüne, düğün gibi eğlen!"
Belediyelerin kasası boş ama halaylar tam tur atıyor.
Tasarruf tedbirleri mi dediniz? Duyamadı Anadolu! Zaten bizim belediyenin "tasarrufu", fındık fıstık ikramını yarım paket yapmak.
Ama helal olsun yine de. Çünkü insanımıza moral gerek.
Ne elektriğe ne ete ulaşabiliyoruz, bari eğlenceye ulaşalım.
Bir çift gözyaşının ucuna bir gülücük iliştirmek kadar kıymetli bir şey yok.
Ve inanın, bazen o halayın ucundaki çocukların gülüşü, bir bakanın yaptığı üç saatlik konuşmadan çok daha umut verici.
YOZGAT’TAN DON GEÇTİ, İÇİMİZ ISINDI MI?
Yozgat bu yıl mevsimleri karıştırdı.
Türkiye sıcaktan kavrulurken, biz donduk.
Haziran başında gelen soğuk öyle böyle değil, tarihî bir darbe vurdu meyveye.
Kayısı yok, kiraz yalan, erik masal oldu.
Elma azıcık direnmiş ama onun da hali içler acısı.
Kadışehri'nin meşhur Kabalı kiraz bahçeleri boş. Üretici baktı ağaçlara, sanki "beni affet" diyor gibi.
Ve bu şehir, ilk kez bir yazı meyvesiz geçirmenin hüznüyle tanıştı.
Ne diyelim...
“Allah beterinden saklasın” demekten başka çaremiz yok. Ama ben diyorum ki; beteri de, güzeli de paylaşınca hafifliyor.
Ve bir cümleyle kapanış:
Hayat her pazartesi yeniden başlıyor. Kimimiz donun ortasında ısınıyor, kimimiz siyasetle soğuyor. Ama bu milletin gülüşü, umutla kırılmış bir gönlün yeniden yeşermesi gibidir.
Yeni haftaya umutla, selametle.