CHP’de bitmeyen kavga ve Çayıralan’ın verdiği mesaj!

Abone Ol

Haftanın ilk günü…
Herkes yeni haftaya umutla başlar; kimi işine gider, kimi tarlasına, kimi de kahvede çayını içerken gazetenin manşetine takılır. Ama bir yer var ki orada haftanın ilk günü bile dert bitmiyor: CHP Genel Merkezi.
O binanın tepesinde karabulutlar hiç dağılmıyor. Hatta öyle ki akşam saat 18.00 olduğunda yanındaki plazaların ışıkları sönüp mesai biterken, CHP’nin binasında hala odalar ışıl ışıl. Çünkü orada bitmeyen bir mesai var: kavga mesaisi.
Yolsuzluk iddiaları, görevden alınan belediye başkanları, cezaevine giren yöneticiler bir yana… Parti içindeki koltuk savaşı hala bütün hararetiyle devam ediyor. Kavgalar, kırgınlıklar, hizipleşmeler, kim kimi geçti, kim kimi sattı… Ankara’dan dalga dalga taşraya, Yozgat’a, hatta Çayıralan’a kadar ulaşıyor bu iç fırtına.
İşin ironik yanı şu…
Önceki Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, parti içindeki mücadeleyi ne azimle yürüttüyse, aynı azmi iktidara karşı gösterseydi bugün Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda belki de kendisi oturacaktı.
Ama siyaset bazen rakibini değil, yakınındakini rakip belleme sanatıdır.
CHP’de de yıllardır durum tam olarak budur; içeride bir türlü bitmeyen iktidar mücadelesi.
Yeni Genel Başkan Özgür Özel’in partide birleştirici bir rol oynayacağı umudu vardı ama görünen o ki, “değişim” dedikleri şey sadece bir isim değişikliğinden ibaret kalmış.
Kılıçdaroğlu cephesi suskun değil; tam tersine, örtülü yürüyen o mücadele artık açık açık sürüyor.
Ve işin ilginç tarafı, bu fırtına sadece Ankara’da esmiyor…
Rüzgar Çayıralan’a kadar inmiş durumda.
Geçtiğimiz günlerde CHP’nin emektar ismi, 27. Dönem Milletvekili Ali Keven’in yaptığı açıklama, bu iç hesaplaşmanın taşraya nasıl sirayet ettiğinin canlı bir göstergesi oldu.
Keven’in açıklaması satır satır okunduğunda sadece bir sitem değil, aynı zamanda bir “yorgun dava insanının” kalbinden dökülen bir iç çekiş gibiydi.
Sayın Keven açık açık söylüyor:
“Bir zamanlar Yozgat’ın tek CHP’li belediyesi olan Çayıralan’da bir konukevi yapıldı. Bu proje Kılıçdaroğlu döneminde, Ömer Codar’ın çabalarıyla başladı. Bugün o tesisin açılışı yapılıyor ama ne Codar çağrılmış ne Keven arandık.”
Ve Keven, içindeki kırgınlığı şu cümleyle özetliyor:
“Biraz vefa, biraz vefa!”
Bakın, bu cümlede hem bir sitem hem bir yorgunluk hem de bir gerçekçilik var.
Çünkü siyaset, artık fikir ve hizmet değil; hatırlanmak meselesi olmuş.
Kim kimin elini sıkmış, kim kimin adını anmış, kim kime fotoğrafta yer bırakmış…
Parti içi mücadele, artık bir gönül kırma yarışına dönmüş.
Yozgat küçük bir şehir…
Burada kimin kiminle konuşmadığı bile bir haber olur.
Ama bugün öyle bir siyaset iklimindeyiz ki, Ankara’daki fırtınanın gölgesi bu küçük şehirlerin üstüne bile düşüyor.
Bir zamanlar “yoldaşlık” diye anılan kavram, bugün “taraftarlık fanatikliği”ne dönmüş durumda.
Oysa bu topraklarda siyaset, hemşehrilik, dostluk ve vefa üzerine kuruluydu.
“Birlikte yola çıktık” diyenler, bugün birbirine yolun başında tuzak kuruyor.
Ali Keven’in açıklamasında geçen o cümle aslında bütün CHP’lilere değil, Türkiye’deki bütün siyasetçilere bir ayna tutuyor:
“Biraz vefa, biraz da geçmişe saygı!”
CHP, bugün kendini yeniden inşa etmeye çalışıyor ama bu inşa, duvarın tuğlasından değil, kırılan kalplerin tamirinden başlamalı.
Çünkü hiçbir parti, içindeki emeği görmezden gelerek büyüyemez.
Hiçbir lider, geçmişin hakkını teslim etmeden geleceği kuramaz.
Ömer Codar gibi sahada ter dökmüş, halkla buluşmuş, küçük bir ilçede büyük bir belediyeyi kazanmış bir isim unutuluyorsa; o partinin sorununu sadece “seçim stratejisi”yle açıklayamazsınız.
Bu, insani bir zaafın, “vefasızlık” dediğimiz o Anadolu’nun en ağır kelimesinin, ete kemiğe bürünmüş hâlidir.
Bir zamanlar CHP’nin tabelasında “Halk” yazardı, “Cumhuriyet” yazardı.
Ama halktan kopan, cumhuriyetin ruhunu iç çekişmelere kurban eden bir partinin ne ışıkları sönüyor ne de kavgaları bitiyor.
Belki de asıl sorun, o ışıkların hiç sönmemesi.
Çünkü bir bina hiç karanlığa bürünmüyorsa, demek ki içinde sürekli bir telaş, bir hesap, bir korku vardır.
CHP’nin de artık biraz karanlığa, biraz sessizliğe, biraz vicdanla baş başa kalmaya ihtiyacı var.
Bazen ışığı kapatıp düşünmek gerekir.
“Biz nerede yanlış yaptık?” diye sormak gerekir.
Ama bu soruyu soracak cesareti olanların sesi, parti koridorlarında yankılanan kahkahalar arasında kayboluyor.
Ve işte o yüzden bugün CHP’nin ışıkları hiç sönmüyor.
Ali Keven’in cümlesini bir kez daha hatırlatalım:
“Biraz vefa, biraz vefa!”
Bu cümle sadece bir partinin iç hesaplaşması değil, bu memleketin her köşesinde, her kurumunda, her insanda yankılanması gereken bir çağrıdır. Çünkü vefanın bittiği yerde siyaset, insanlığın en kirli haline dönüşür.
Ve o zaman ne Ankara’da ışık kalır, ne Çayıralan’da umut…
Ha bu arada Ekrem İmamoğlu’ndan hediyeydi açılışı yapılan tesis, öyle veya böyle kim neye vesile olduysa teşekkür etmek boynumuzun borcu.
Teşekkürler Ömer Codar ve Ekrem İmamoğlu diyebilmek lazım bence.