Doğanın Seslenişi

Abone Ol

Doğanın sesini duymak için kulak verin. Her şey kendi lisanıyla konuşur. Kuşların ötmesi, ağacın yeşerip solması, rüzgarın esmesi, karıncanın çalışması, ateş böceğinin ışıldaması hep bir şeyler anlatır. Tabi duyabilene.
Doğa insana ne der? Doğa insandan ne bekler? Doğa anne midir yoksa artık korunmaya muhtaç bir yavru mu?
Sessiz bir yerde akan suyun sesine odaklanmış, esen rüzgarın ağaç yapraklarını ıslık gibi çalmasını dinlerken bir motor sesinin bütün gerçekliği, bütün atmosferi ve bana duygu yoğunluğu yaşatan güzel hisleri bir anda nasıl yok ettiğini, bütün güzelliği yırtıp, sesiyle hoyratça bastırıp viran eylediğini çok defa tecrübe ettim. İkisi de sesti, belli bir desibelin altında ya da üstünde olmadığı için duyabiliyordum, ama birisi kulağımı tırmalayıp beni rahatsız ederken ve gürültü olarak kendini hissettirirken, diğeri sanki benim parçammış gibi sanki asırlardır aşina olduğum sesmiş gibi, sanki bedenim var olmadan sadece ruhların varlık kazandığı bir zamanda ruhuma dinletilip “bak bu sese kulak ver, bu gerçek bir ses” diye
öğretilen bir ses gibi ruhumu kucaklıyordu. Biz insanlar olarak doğanın bir parçasıydık, çoğu yerde daha fazla toprak kastedilerek “doğa ana” tabiri kullanılır doğa için fakat şimdi toprak verimsizleşmiş, tabiat kirletilmiş, doğa kimliğini kaybetmiş vaziyette. Hor kullandık, hoyratça sınırlarımızı aştık, icat ettiğimiz motorlar sadece gürültüleriyle doğanın sesini bastırmadı, oksijeni de azalttı, ozon tabakasını da deldi, ağaçları da kuruttu. Tabiatın kokusunu değiştirdi, her yer egzoz dumanı, yanmış kömür, yağ ve plastik kokmalı mıydı? Her şehrin, her köyün, her yerleşim yerinin kendine özgü kokusu neredeydi? Doğa üzerinde tasarruf yetkisini ve hakkını bütünüyle kendisinde sanan aciz ve fakat acımasız insan ağaçları kesti ve yeryüzünün ciğerini kuruttu. Akarsuların önüne setler barajlar kurdu ve suyun yolunu değiştirdi, her yere beton yığdı ahşabın uyumunu ve ömrünü inkar ederek. Bütün bunlara hakkı var mıydı?
İnsan özgürdü fakat sınırsız özgürlük bir kargaşayı, bir kaosu beraberinde getirirdi. Ve neden hep insanın özgürlüğü tartışılırken hep başka insanlara nispet edilirdi? Özgürlük, insanla insan arasında mıdır sadece? İnsanla doğa arasında bir özgürlük dengesi neden yok sayılır?
Asırlık çınarı gözünü kırpmadan rahatsız olduğu için, ya da kendince makul bir sebep olarak oraya ev kuracağından elindeki hızarla yere deviren bir insan, sadece bir ağacı mı kesmiştir?
Dilsiz, elsiz, kaçma ve savunma hakkı olmayan bir çınar ağacının özgürlüğünü, yaşam hakkını kim savunacaktır?
“İnsan insanın kurdu” derken Hobbes bir parça eksik söylemiş; insan her şeyin kurdudur.
Eşyanın kurdudur, doğanın kurdudur, tarihin kurdudur...