Duygusal bağımlılık: Görünmeyen prangalar

Abone Ol

Duygusal bağımlılık, çoğu zaman sevgi kılığına girmiş bir esarettir. İnsan, “Onsuz yapamam” dediğinde aslında sevdiğini değil, kendi içindeki boşluğu konuşur. Bu durumun kökeni sadece psikolojik değildir; toplumsal, sosyolojik, ahlaki ve hatta dini boyutları olan çok katmanlı bir konudur.
Toplum, yüzyıllar boyunca insanların duygusal ilişkilere yüklediği anlamları şekillendirdi. “Fedakârlık” ve “sadakat” kavramları çoğu zaman yanlış yorumlandı; kişinin kendi benliğinden vazgeçmesi yüceltildi. Böylece birey, kendi ihtiyaçlarını yok saymayı sevginin gereği sandı. Oysa sosyolojik açıdan bakıldığında, bu durum kişiyi kendi kimliğinden uzaklaştırır, bağımsız karar alma gücünü zayıflatır ve yaşam kalitesini belirgin şekilde düşürür.
Psikolojik düzeyde duygusal bağımlılık, yoğun bir terk edilme korkusunun ürünüdür. Kişi, karşısındakinin varlığına tutunarak kendi varoluşunu sağlamaya çalışır. Sürekli onay bekleme, hata yapmaktan aşırı korkma, partnerin duygu değişimlerine göre hayatını şekillendirme… Bunlar sevginin değil, beynin alarm hâlinin sonuçlarıdır. Zamanla kişinin özgüveni erir, öz saygısı sarsılır ve en basit kararı bile başkası adına düşünmeden veremez hâle gelir.
Nevzat Tarhan’ın ifadesiyle, “Bağımlı ilişkilerde sevgi değil, güvenlik ihtiyacı baskındır.” Kişi kaybetmekten değil, kendi içindeki boşluğun ortaya çıkmasından korkar. İşte bu nedenle ilişkide sınırlar erir, kişilik silikleşir ve benlik yavaş yavaş görünmez olur.
Kemal Sayar da bağımlı ilişkilerdeki tabloyu “ruhun küçülmesi” olarak nitelendirir.
Ahlaki ve insani boyutta duygusal bağımlılık hem kişiye hem ilişkiye zarar verir. Çünkü sevgi, insanı daraltan değil, genişleten bir hâl olmalıdır. İmam Gazali, insan ilişkilerinde “itidal”i yani dengeyi öğütler. Bir insana aşırı bağlanmak, kalbi kırılgan hâle getirir; beklentiyi büyütür; hayal kırıklığını kaçınılmaz kılar.
Ahlaki ve insani boyutta ise duygusal bağımlılık, hem kendine hem karşı tarafa yapılan bir haksızlıktır. Çünkü sevgi, özgürlüğü çoğaltmalı; baskı, kıskançlık ve korkuyu değil, huzur ve güveni büyütmelidir. Birini sevmek, ona tutunmak değil, onunla beraber yürüyebilmektir.
Dini açıdan da insanın yaratılışında özgür irade esastır. Kişiyi kul yapan şey insan değil, Yaratıcısıdır. Bir insana aşırı bağımlı hâle gelmek, onu farkında olmadan “merkez” yapmak, gönül dengesini bozar. İnsan ne kadar çok yaratılmışa bağlanırsa, o kadar çok kırılır. Çünkü dayanılacak en sağlam yer, insanın Rabb’ine ve kendi özüne yaslanmasıdır.
İlmi araştırmalar, duygusal bağımlılığın uyku düzeninden stres seviyesine, karar alma becerisinden iş verimine kadar her şeyi olumsuz etkilediğini gösterir. Sürekli tetikte bir zihin yorulur; kalp daralır, ruh kabuklaşır. Yaşam kalitesi hızla düşer, kişi kendi hayatının seyircisi hâline gelir.
Oysa özgürleşme mümkündür. İyileşme, önce insanın kendi iç sesini duymaya başlamasıyla başlar. Kendine dönen, değersiz değil “değerli” olduğunu hatırlar. Sevgi, o zaman hakiki bir hâl alır. Çünkü gerçek sevgi, bağımlılığın değil; olgunluğun, farkındalığın ve özgürlüğün meyvesidir.