“Selvi boylum al yazmalım” adlı Atıf Yılmaz’ın yönettiği Kadir İnanır ve Türkan Şoray’ın oynadığı filmi hepiniz izlemişsinizdir. Orada Asya(Türkan şoray) İlyas( Kadir İnanır) ve Cemşit( Ahmet Mekin) arasında kaldığında içinden geçenler adeta bir şiir gibi sıralanır; “Sevgi neydi? Sevgi; iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.” Ve sonra Asya, İlyas’ı arkada bırakıp Cemşit’e gider. Sevginin emek olduğuna dair vurgu ya da emeğin sevgiyi kuşattığına dair bir benzetme romantik olduğu kadar gerçekçidir de.
Karl Marx zamanında “yabancılaşma teorisi” olarak formülize edilen bir teori ortaya koyar. Farkındayım; romantik bir dramadan sosyalist Karl Marx’a geçiş benim için de kolay olmadı :) Bu teoriye göre kapitalizm, insanı önce emeğine yabancılaştırır, çünkü emek harcayarak elde ettiği ürüne dair emekçinin bir bilgisi ya da kullanmadığı için bir tecrübesi yoktur. Çünkü emekçi burjuvaya emeğini satmaktadır. -kaldı ki üretilen ürünün üretim bandındaki küçük bir detayıyla ilgilendiği için müstekilen o küçük detayın bir anlamı da olmamaktadır.- Ardından emekçi, ürettiği ürüne yabancılaşır; üretilen hiçbir şey kendisine ait değildir. Emekçi sonrasında aynı üretim koşullarında çalışan diğer emekçilere ve çevresine yabancılaşır çünkü Ford’un üretim bandı sürekli çalışmaktadır ve emekçinin başını kaldırıp başkasıyla temas kurması mümkün değildir. Ve son olarak emekçi kendi varoluşuna, insanlığına yabancılaşır. Burada emek ve insanın arasındaki ilişki ve iletişime vurgu yapmak istiyorum.
Hafta sonu bir dağ köyündeydim. Bursa’nın doğası, yeşili, güzelliği sanırım kelimelere sığmaz. Gözümüzün alabildiğine yemyeşildi heryer. Ayağımıza takılan bir “ot”un –ki biz doğayı tanımadığımız için ağaç dışındaki yeşil olan her bitkiye ot deriz- nane olup olmadığını merak ettim; dostumuz çok da önemsemeyerek “evet nane, kendi kendine çıkıyor ya bir kıymeti yok” dedi ve yürüdü.
İnsan, birşeye emek verince kıymet de veriyor. Verdiği kıymeti emek üzerinden okuyor. Emek, duygusal anlamda okunabileceği gibi kas gücüyle maddi bir karşılığı olarak da okunabilir elbette. Kendi kendine biten bir bitkiye neden kıymet vermez insan? Doğada var olan ve eko sisteme dahil olan bir canlının kıymeti nasıl insan üzerinden ölçülebilir? Ya da ürettiği ürün hakkında hiç bir bilgisi olmadan, nizasız ve fasılasız olarak gayret gösteren bir emekçinin ürünle iletişiminden söz edilebilir mi? Elbette emekçinin, bu emeğin karşılığında, geçimini idame etmek için ay sonunda aldığı ücret ile iletişimi söz konusudur. Yani işi zamanında yetiştirdikten sonra, ürettiği ürün onun için kıymetli değildir aslında. Ama insanız neticede, ve birşeyle ya da bir kimseyle ilişkimizde zihnimizin arka planında sürekli çalışan bir hesap makinesiyle fayda-maliyet tablosu çıkarmak ve ona göre hareket etmek çok “insani”dir ve sadece bize özgüdür.
Günün sonunda usulca kendi kendine bittiği için “kıymet verilmeyen” nanenin kulağına eğildim ve “çok güzel kokuyorsun, doğanın bir parçasısın, sen olmadan doğa bu kokudan mahrum kalır ve soydaşlarımın tavrına aldırma senin kıymetin varolmanladır” dedim.
Umarım doğa, herşeyi kendinden menkul sanan insanın özrünü kabul eder.