Emirci Sultan Sempozyumu -Yozgat-

Abone Ol

Bir zamanların en mamur nahiyesi Osmanpaşa, merkezi konumu, kalabalık nüfusu, ticari canlılığı, belediye teşkilatı, ortaokulu, çeşit çeşit dükkanları, sağlık ocağı, postanesi ve birçok donatısıyla imrenilir bir kasabayken, siyasetçilerin çizdiği pembe tablolar ve beceriksiz bürokratların yanıltan yönlendirmeleriyle maalesef perişan bir köye dönüşmüş.

Tembel zihniyetlerin liyakatsiz vizyonu bu güzel köyün dalını, belini kırmış, ama hangi dalını, kolunu kırarasa kırsın, asla kırıp sökemeyeceği ve hiçbir zaman gözardı edemeyeceği bir Ulu Çınar var bu köyde.

Türk kültürü ve asaletini hakim kılan örnek yaşantısıyla özü, sözü bilge, ölümsüz mürşit Hoca Ahmet Yesevi yatıyor bu köyde. Derya ilmi ve felsefesiyle Anadolu’yu Türk-İslam sentezinde yoğuran O manevi mimarımız Emirci Sultan Hak katında bir Evliyaullah. İslam coğrafyasının her yerinden ziyaretlerle şereflenen nurlu türbesine, yüreğinde iman taşıyan her Müslüman samimi dualarını, niyazlarını ulaştırıp, gönlüne huzur dolduruyor.

Biliyorsunuz dua kapı çalmaktır. Tabii ki kapı her çalındığında açılmaz. Ama hep açılacak umuduyla çalınır. Kudreti ve nimeti sonsuz Yüce Allah, arada kimseler olmadan da her kulunun duasına açık elbette. Ama mağdur gönüller, kendi rızalarıyla bu mübarek zatı hallerine referans gösterip dualarını ulaştırırken kabul görüyorlar ki, çoğu şükür için bu kutsal mekana tekrar geliyor. Yani dualarımız bu ulu zat sayesinde kabul oldu diyorlar.

Başta çocuk sahibi olmak isteyen aileler, yürüme muzdaripliğindeki sakatlar, iç huzur arayanlar, geçim sıkıntısı çekenler, sosyal kaosları olan fertler ve denmiyor ki diyesin denilen cinsten gönül yarası olan insanlar şifa bulduklarını beyan ederek Emirci Sultan Türbesine tekrar tekrar ziyarete geliyor. Yani bu dergah, duanın, kabulün, bereketin, mutluluğun ve huzurun merkezi niteliğinde.

Osmanpaşa’yı şereflendiren Emirce Sultan Hazretlerinin 12. kuşaktan torunu da olan Emirce Kudret ALPKOÇAK, Tekkeşen sıfatıyla bu manevi mimarımızı ve yaydığı atmosferi dünyaya tanıtabilmek için var gücüyle çalışıyor. Moral, kuvvet, kudret ve enerji yüklenmek isteyen hasarlı gönüllere referans oluyor. Gece, gündüz tüm inananların halis dualarını beldesinde daha da yoğunlaştırabilmek için didiniyor.

Tabiiki tüm Osmanpaşalılar bu değeri tanıtım uğraşında. Ama önce Resmi kurumların ve tüzel kişiliklerin ikna edilmesi ve yardımı gerektiğini de iyi biliyorlar. Hiçbir kurumda kendilerine yapmam, etmem, ilgilenmem demiyor. Helede siyasetin meşhur oyalaması şunu yapmalıyız, bunu yapmalıyız, inşallah, Maaşallah, yapacağız, edeceğiz, araştıracağız, inceleteceğiz diyeceğini hepiniz tahmin ediyorsunuzdur. Bu başvuru ve ötelemeler ne zamandan beri olduğunu kendileri bile hatırlamıyor. Siyaset bürokrasi dedik ya anlarsınız işte.

Osmanpaşalılar bu uğurda ümitlerini hiç yitirmemiş. Eylemi ve söylemi bir, yaşantısı ile herkese örnek, asırlar geçmesine rağmen gönüllerin zirvesinden inmeyen bu Evliyaullah’ın felsefesini bir gün tüm Dünya tanıyacak inancındalar.

Maalisef ki yetkisi olan fakat çenesi kuvvetli kandırma uzmanı tembellerin, dinden çok bahseden imanı zayıf şarlatanların, milliyet ve maneviyattan sürekli dem vururken ahlak ve erdemden yoksun vurdumduymaz tiplerin, bilgi taşıyan bir akademisyenim diyen filim fırıldakların bol olduğu bir kulvarda daha türbeye ait ortalıkta gezen eski yazıların tercümeleri bile yapılamamış.

Osmanpaşalılar samimi inanç ve emeğe sahip, gerçek bilgi taşıyıp kılavuz olabilecek, Resmi ve hukuki yardım ulaştırabilecek bilgi ve yetkide birilerini bulabilirim ümidiyle yinede koşuşturuyorlar.

Gelen geçen yolculara, fakir ve muhtaçlara 721 yıl boyunca sürekli karşılıksız yemek ve barınma hizmeti sağlayan bu kutsal mekanın asalet dolu duygu atmosferini anlatmak çok güç ama, aslında yapılacak şeylerde çok basit. Valilik ve üniversite Kültür Bakanlığı ve ilgili kuruluşlardan gerçek tarihçileri, bilgi taşıyan akademisyenleri, liyakatli din bilginlerini ve alanla ilgili gerçek uzmanları talep edip, mekanı, sahibini ve felsefesini anlaşılır bir biçimde tanımlayacak. Kültür ve Turizm Bakanlığına proje sunulup finansal destek sağlanarak Emirci Sultan adına festivaller, anma günleri tertip edilecek. Sonu icraatla taçlanacak nitelikli konferanslar, forumlar, paneller düzenlenecek. Tabiiki önce ortalıkta gezen vesikalar tercüme edilecek, kurumsal garantiyle korunacak. Hem Osmanpaşa canlanacak, hem Yozgat şahlanacak. En önemlisi halk bu değerini tanıyıp bilgi sahibi olacak, Kırşehir gibi Türk Dünyasının dimağ bir kalesi olacağız.

Emirce Sultan Türbesi şu anda mağdur ziyaretçilerin dertlerinden arındığı, şükür ziyaretleri ve mihnet anlatılarıyla tanınıyor. Yani Resmi hiçbir katkı yok. Önüne bir kurum tabelası asmak, bakım, dikim yapmak Resmi bir hizmet için yeterli değil elbette. İllaki tanıtım illaki tanıtım. Edebin, ahlakın, dürüstlük ve faziletin sembolü niteliğindeki bu bilge değerin evrensel felsefesi başta İslam Alemine ve tüm Dünya’ya anlatılmalı beklentisindeyiz.

Elbetteki bu mekanı tanıtanların ve şifa bulan bir çok ziyaretçilerinin sınırsız saygı ve mihnetlerini belirtirken ifadelerini abartığı söylenebilir. Örneğin Çin diyarına musallat olan bir ejderhanın tahta kılıçla katli, mevsimi haricinde hocasının üzüm istediği ve anında sunduğu, bir orduyu küçük bir tencerede pişen yemekle dolup taşırarak doyurduğu, binlerce atı bir torba arpayla beslediği gibi akıl sınırlarını zorlayan kerametleri anlatılıyor. Ben 5 vakit namaz kılan, ibadete çok zaman harcayan biri değilim ama, samimi inançların hepsinide sonsuz bir saygıyla karşılarım. İnancımız, sevgimiz, saygımız olmasa zaten bu Veliullah’ın huzuruna gitmeyiz.

Tabiiki insan çaresiz olunca efsanevi anlatılara ve akıl sınırlarını zorlayan kerametlere inanması daha kolay oluyor. Burda yatan Mübarek Zat, adaletli, yardımsever, temiz ve ahlaklı yaşantısıyla devrinde sonsuz bir saygı görmüş, bilgisi, kültürü ve hayırlı öğütleriyle çevresinde akil insanlar yetiştirmiş. Türk aklı, Türk Nezaketi ve Türk asaletiyle toplumların hasarlı gönüllerini tamir yolunda etkili teşhis ve tedavileri olmuş bir bilge. Asırlar geçmesine rağmen ne adı, ne izi ne de gönlü silinmiş. Bilgiyi, temizliği, mülkiyet hakkını, çalışarak kazanmanın erdemini, kötülük edenlere bile tevazuyla yaklaşmak gerektiğini, hep garibin, güçsüzün yanında olununca Allah’a daha da yaklaşılacağını, selamlaşmayı, barışı, kardeşliği, aç gözlülükten uzak durmayı, azla yetinmeyi, düşkünü kollamayı öğretmiş, öğütglemiş. Erişilmez bir gönül olduğunu herkese kanıtlamış. Şimdi bile hatalı yol yürüyenler, Onun ebedi istiratgahından ve yaşam felsefesinden utanarak kendine çeki düzen verebiliyor.

Aslında Emirci Sultanı anlamak için Horasan Erenleri kimlerdir, Horasan Neresidir, buralara ne maksatla gelmişler ve bu coğrafyada neler yapmışlar ona bir bakmak lazım. Yoksa körü körüne uçtu, kaçtı, kesti, kırdı vs. gibi efsanevi masallara inansan bi dert, inanmasan bi dert.

Şehrimizdeki kültür kurumları, dünyanın her yerinde yaşayan hemşehrilerimiz, sözü dinlenilecek gerçek akademisyenler, samimi din görevlileri ve bütün kültür insanlarımız, İslam dinini ve Türk felsefesini en doğru haliyle yordayıp-yorumlayan bu Zat-ı Muhteremi acilen dünyaya tanıtmaları gerekiyor. Sadece Osmanpaşalılar değil, Kültür Bakanlığı, Diyanet İşleri, Türk tarih ve kültür kurumlarımızla tabii ki.

Yöremizde tanınan hali, türbesinde asılı kitabesi ve kaynaklarda geçen tarihçesiyle Emirci Sultan’ı şöyle anlatayım sizlere;

Muhalif görüşler olmasına rağmen Emirci Sultan’ın Şeyh Ahmed Yesevî Hazretleri'nin öğrencisi olduğu belli. Babasının adı Muhammed, kendi lakabı ise Şerefüddin’dir. Tam olarak adı ise Şeref’ud-din İsmail bin Muhammed olarak geçiyor.

Tasavvuf terbiyesini Horasan’da, Hoca Ahmed Yesevî’den alan bu güzel insanın dereceler aşıp hilafet almaya hak kazandığı görülüyor. Babai isyanları esnasında 1240 yılında Osmanpaşa’da rahmete ermiş ve vasiyeti gereği buraya defnolmuş. Doğum tarihi belli değil ama 12. asrın ortalarında doğduğu tahmin ediliyor. Bazı kaynaklarda ecdadının Veysel Karani Hazretleri'nin sohbetleriyle şereflendiği ve duasını aldığı da anlatılıyor.

Emirci Sultan adına anlatılan mucizelerinden bazıları şöyle. Birgün Hoca Ahmed Yesevî’nin dergahına Çin'li tüccarlar geliyor. Yaşadıkları yerde yedi başlı bir ejderha türediğini, herkesi korkutup ülkede huzur bırakmadığını söyleyip, yardım istiyorlar. Tüccarların sıkıntılı halllerine bakıp, öğrencilerine dönüyor ve "Bu Ejderin öldürülmesi gerekiyor. Onu öldürmeye hanginiz gider?" diye soruyor. Öğrenciler saklanır edalar, korkak ve ürkek ses tonlarıyla hocalarına "Emir sizindir" diyorlar.

Hoca Ahmet Yesevi; öğrencilerin çekingen hallerini memnuniyetsiz bir ifadeyle izlerken, Emirci Sultan Şerefüddin Efendi kalkıyor ve “Müsaade ederseniz ben gitmek istiyorum” diyor. Şeyh Hazretleri "Allah yardımcın, uğrun da açık olsun" diyerek dua ediyor, beline bir tahta kılıç kuşandırıyor ve Çin’den gelenlerle beraber onu gönderiyor..

Emirci Sultan Şerefüddin Efendi Çin'e gidiyor. Bahsedilen yedi başlı ejderhayı bir nehrin kenarında yakalıyor. Tahta kılıçla bir vuruşta dört başını koparıyor ve ejderha o yarayla nehre düşerek boğulup ölüyor. Tekrar Yesevî dergâhına dönüyor ve “Verdiğiniz emri yerine getirdim hocam” diyor, elini öpüyor. Bunun üzerine Ahmed Yesevî Hazretleri ona "Emîr-i Çin" lakabını veriyor ve himmet buyurarak onu yüce makamlara ulaştırıyor.

Ahmed Yesevî Hazretleri'nin 1194 yılında vefatı üzerine, Emir-i Çin Efendi, hocasının ayrılığına dayanamayor. Mürşidinin gözde talebelerinden Avşar Baba, Şeyh Nusrat, Gaygay Dede, Pir Dede ve Pertev Sultan gibi o da yeni yurt yuva tutmak, İslamiyet'i yaymak ve felsefesini irşat amacıyla Türkistan'ı terkediyor. Yanında kendi talebesi olan İmad Sultan'la beraber 1204 yılında Rum diyarına yani Anadolu’ya doğru yola çıkıyor.

Önce Keykavus kalesinin yakınlarında olan Sorgun’un Şahmuratlı Köyüne geliyor ve Kalecikkaya eteklerinde bir süre konaklıyor. Şahmuratlı Köyünde kaldığı günlerden birinde, rüyasında Mürşidi Şeyh Ahmed Yesevî Hazretleri'ni görüyor. Şeyhi ona diyor ki; "Bu yakınlarda bir köy var. Halkı gelip geçen misafir yolcuları öldürüyor. Onların irşadı ve yetiştirilme görevi senindir” diyor.

Uyandığında İmad Sultan'la birlikte yola çıkıyor. Soruyor, soruşturuyor. Osmanpaşa köyü olduğunu öğreniyor. Alcı Köyü ve Karga Köyü üzerinden o zamanki adı Keçikıran olan Osmanpaşa Köyüne geliyor, misafir oluyorlar. Söyledikleri doğrular ve yaşamındaki uyum ile tüm gönüllere giriyorlar ve buraya yerleşiyorlar. Meraklı köylülere bu köyün kusur ve hatalarını kapıdaki öküzlerden ve bazı hayvanlardan öğrendiğini söylemesi gibi bazı kerametler göstererek insanları etkilediği de söyleniliyor. Köyün kıyısına Ahşap bir zaviye yaptırıyor, köylülere ve çevreden gelenlere eğitim, bilgi, vaaz ve nasihatler vermeye başlıyor.

Yöre de anlatılan İkinci bir menkıbe de; Emir-i Çini Sultan, aldığı görev üzerine Veysel Karani’nin torunu Mehmed-i Şerafetdin, İsfahanlı Halit Paşa ve İmam Hüseyin’in torunu Sekune Hanımla birlikte Anadolu’nun irşadı için Osmanpaşa köyüne geliyor. O sıralar Seyid-i Battal Gazi de Rum-i Kayseri üzerine yürüyor. İkisi de gittikleri yerleri fethediyorlar. Emir-i Çin-i kendisi ölür veya şehit olursa şimdiki türbesinin bulunduğu yere defnedilmesini vasiyet ediyor.

Fetih sonunda Emir Çini, şimdiki ebedi istirahatgahının bulunduğu yerde tekke kurarak mürid yetiştirmeye başlıyor. Adı ve ünü her tarafta duyuluyor. Bu ünü duyanlardan birisi de Sivas Valisi Osman Paşa. Şeyh Emir-i Çin’i ziyaret etmek istiyor ve yola çıkıyor. Köye yaklaşırken Gelin Güllü ve Yudan Köyleri arasında bir müddet konaklayıp istirahat ediyor. Bir ulakla Emir-i Çin’e “Kendisini ziyaret edeceğini belirterek askerleri için yiyecek, atları için arpa temin edilip, edilemeyeceğini de sorup, haber gönderiyor.

Şeyh Emir-i Çin gelen ulağa; “Buyursunlar gelsinler” diyor. Sivas Valisi Osman Paşa geldiğinde bakıyor ki Türbe basit ahşap bir yapı. Bir tarafta bir çinik arpa, diğer tarafta da kaynayan küçük bir kazan var. Görünürde Emiri Çin hazretleri buyur ettiği halde kendisi için hiçbir hazırlık yapmamış. Memnuniyetsiz ifadelerle soruyor tabiiki..

“Hocam, ben sana askerlerimle beraber geliyorum diye haber gönderdim, sizde gelin dediniz fakat hiçbir hazırlık yapmamışsınız bizi mağdur ettiniz.“ diyor. Şeyh çinikteki arpayı ve keklik kazanındaki yemeği göstererek, “Paşam, buyurun gelin, bu hazırlık sizin için” diyor. Paşa hiddetleniyor. “Siz bizimle alaymı ediyorsunuz.” Askerlerin de morali bozuk. Şeyh askerlere ısrar ediyor. “Alın evlatlarım, buyurun burda atlarınıza da, sizede yetecek kadar erzak var diyor.” Tüm askerler o bir çinik arpadan alıyorlar, atının torbasını dolduran gidiyor ama arpa bitmiyor. Yemekte öyle. Küçücük kazanda ki pilavı o kadar asker bol bol yiyor, hepsi de doyuyor fakat bitiremiyorlar. Durumu hayretle seyreden Osman Paşa, tüm ünvanlarından istifa ederek Şeyh’in yanında mürit olarak kalmak istiyor. Şeyh de; Önce git askerlerini teslim et, sonra görevinden istifa et ve gel“ diyor. Osman Paşa denileni yapıyor ve Şeyh’in yanına gelip, müridi oluyor. Oldukça variyete sahip Osman Paşa, etraftan toprakta alıp Şeyhine ve zaviyesine vakfediyor. Zaviyeyi tekrar inşa ettirip, genişletiyor. Şeyh, Paşa’ya; “Madem ki sen her şeyini bırakıp buraya geldin, cömert yardımların oldu, bu tekkeye senin adını veriyorum, Osman Paşa Tekkesi diyelim” der ve köyün adı Osmanpaşa Tekkesi, Şeyhin adıda o günden sonra Emirci Sultan, ya da Emir-i Çin Osman olarak anılıyor.

Babai isyanlarında şehit edilen Emirci Sultan’ın türbesi buradadır. Türbenin yapılış tarihi bilinmemekle birlikte köy camisine bitişik, kubbeli, kübik, moloz top yapıdadır.. Sandukasının ise 1240’dan sonra yapıldığı tahmin ediliyor. Etrafını albenili ışıklandırma ve havuzla süslemişler. Aslında güzel bir tanıtım videosu da çekmiştik. Fakat silindi diye yayınlanmayınca yapacak bir şey yok. Yine gelip bir tanıtım videosu çekeceğiz inşallah. Türbe içine güneydeki yuvarlak çift kurallı büyük bir kapıdan giriliyor. Dört sanduka daha var. Sandukaların en eskisi Emir Sultan Şeref’ud-din İsmail bin Muhammed‘e ait. Sandukayı saygıyla kaldırıp altına baktık. Mezar taşının üzerinde boydan boya eski yazı var. Bunları okuyabilecek tarihçiler ve uzmanlara tercüme ettirilmesi lazım.

Evet güzel insanlar. Emirci Sultan’la ilgili herkes farklı menkıbeler anlatıyor. Yüceltiyorlar, yükseltiyorlar, samimi dualarıyla huzuruna çıkıyorlar. O, Osmanpaşa’dan yansıttığı nurla etrafını aydınlatan köklü bir ışık, donanımlı bir alim, erişilmez bir filozof.

Yazımın başında da dediğim gibi Emirci Sultan bir Horasan Ereni. Horasan Erenleri irşatla görevlendirildiği mekanlarda çevresine maddi ve manevi temizlik, ahlak, iffet, hoşgörü, yardımlaşma, dayanışma, görgü ve erdem gibi sağlıklı bilgiler aşılıyor. İyi-kötü, zengin-fakir, suçlu-suçsuz ayırt etmeden tüm insanlara yardım ediyorlar. Haliye kaynaştıran, birleştiren, kötülükleri izole eden asil misyonlar üstlenirlerken, söylem ve eylemlerindeki uyum nedeniyle asırlar bile geçse unutulmuyor, herkesin gönlünde yüceliyorlar.

Türk milletinin felsefi görüş ve inanç güzergahına klavuz olan Horasan ve Horasan erenlerini tanımak gerekirse; Tüm ilimlerin merkezi olan Horasan Bölgesinden 1093-1166 arasında yaşayan Ahmed Yesevi’nin, Anadolu’yu İslamlaştırmak amacıyla seçip gönderdiği dervişlere Horasan Erenleri diyoruz. Yesevi çizgisinde medrese tahsili görmüş, İslamı yaşantılarıyla içselleştirmiş donanımlı öğrencileri, o kutsi felseyi Anadolu’ya gelip tebliğ etmişler. Sözleriyle yaşantıları arasındaki samimi uyumu gören devrin gayrimüslimleri onları çabuk sevmiş ve sayelerinde Müslüman olmuşlar. Anadolu’nun Türklere kapıları onlar sayesinde daha rahat açılmış, neslimizse bu topraklara onlar sayesinde kök salmıştır.

Horasan adı, hûr-güneş ve “âsân-doğan” kelimelerinin birleşmesinden ortaya çıkan Farsça bir tamlamadır. Yani anlamı “Güneş’in doğduğu yer (meşrık), güneş ülkesi, doğu bölgesi” demektir. Bu toprakların sınırları ise; Türkmenistan’ın Merv, Nesa ve Serahs şehirleri, Afganistan’ın Belh ve Herat bölgesiyle İran’ın Meşhed şehrinide içine alan kuzey doğusunda ki çok geniş bir coğrafi bölgenin toplamıdır. Hz.Muhammed Horasan için “meşrık, yani güneşin doğduğu yer” diyordu. Peygamberimiz zamanında şarkta, meşrıkta, yani Horasan’da bir çok kavimle birlikte çok sayıda Türk yaşıyordu. Romalılar da 7.yy’da Anadolu’nun bir kesimine Horasan’ın kelime anlamına gelen; “Anatolid” “Güneşin doğduğu yer ve meşrık” diyordu.

Türkler Hz. Muhammed’in “Meşrık-doğu” dediği yerden, bir başka meşrık ve bir başka kültürün merkezi olan “Anatolia-Doğu ve Güneşin Doğduğu Yer” diye bilinen topraklara yerleşmişlerdi. Burası da kelime anlamıyla bir Horasan’dı. Horasan Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde Müslüman Araplar tarafından fethedildikten sonra bölgenin İslamlaştırılması için buralara Arap aileler yerleşmiş, bazı Türkler hiçbir baskı altında kalmadan işte bu Müslüman aileler sayesinde islamı severek benimsemişler. Türklerin İslamla şereflenmesiyle yüce dinimiz ahlak, erdem ve hoşgörü boyutunda çok daha zenginleşip geniş kitlelere ve coğrafyalara yayıldı.

Bugün Dünyanın neresine giderseniz gidin, nerede bir türbe, evliya kabri varsa bilinizki orası kesinlikle Türk toprağıdır. Evliya kabirleri ve türbeler başka ulusların sınırlarında kalsa bile mutlaka ordan bir Türk izi, Türk medeniyeti ve Türk gönlü geçmiştir. Zaten evliyası olmayan yerde Türk de yok demektir. Altaylardan Macaristan düzlüklerine, Balkanlardan Mağrip ülkelerine kadar nerede ne kadar türbe varsa Türklerin eseridir. Türbeler İslam’ın ve Türkün en sağlam mührü, o toprakların bizim olduğunu gösteren birer tapu senetidir.

Türklerin saygısı ve duası hem samimi, hem gönüldendir. Yaşayan bir alim, iz bırakan bir değe onların gönlünde asla ölmez. Çünkü öldü denilirse onun öğretileri ve güzellikleri de ölür. Horasan Erenleri önce yaptıkları hizmetler ve örnek kişilikleriyle kitleleri etkilediler ve Rum toprağını (Anadolu’yu) İslam toprağı yaptılar. Öbür dünyaya intikallerinden sonra da hatıraları ve himmetlerini bu topraklardan ve insanlarından eksik etmeden hizmetlerine devam ettiler ve bu toprakların mührünü taşıdılar. Onların himmeti inşallah kıyamete kadar devam edecek ve bu topraklar İslam’ın ve Türkün Yurdu olarak kalacaktır.

İşte güzel insanlar, Yozgat topraklarında böyle mübarek bir değer yatıyor. Halkımızın çoğu kim olduğunu bile bilmiyor ki, felsefesini idrak etsin. Ekranlarda akşama kadar sakız oruç bozarmı, dolar artınca dolarla yaptığım sevapta artarmı gibi Müslümanları cahil gösterip, küçülten alaycı yayınların yapıldığı bir yerde, izzet-ikram, güleryüz, nefretten arınma, engin tevazu, mülkiyet hakkına saygı, komşuluk hukuku, yardımlaşma erdemi, mağduru gözetip, güçsüze kol kanat germe, barış, kardeşlik, bilgi, ahlak gibi faziletleri öğütleyen derya gönüllü bir alimi göz ardı ediyoruz. İletişim kanallarından eylemi-söylemi zıt, edebi-ahlakı sıkıntılı şarlatanları dinlerken, inancı, ilkesi, ülküsü ile topluma mühendislik yapan bu usta kıymetleri unutuyoruz. Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi Evran kadar ünlü bu velimiz gibi daha ne hazinelerimiz, ne imrenilir değerlerimiz var hiç birimizin haberi yok.

Bu güzel insanın huzurunda şifa uman tüm hasarlı gönüllerin dualarının kabul olup huzur bulmaları dileklerimle bir arzımı iletmek istiyorum;…..

Birçok üniversiteden akademisyen, tarihçi, kültür insanları, STK platformları, Resmi kurum ve kuruluşlardan geniş katılımlı bir Yozgat buluşmasıyla “Türk Dünyası ve Pir-i Türkistan Yesevi Yolu ve Mirası Yozgat Emirci Sultan” başlığında sempozyum izleme daveti geldi. Aslında Bendeniz köyüm Alcı’ya yakın olması nedeniyle Tekke diye bildiğimiz Osmanpaşa’yı merakımla birçok kez araştırmıştım. Babai isyanları arifesinde Bu Osmanpaşa’nın 14.000 Dinar vergi toplanan canlı bir ticaret merkezi olduğunu, Şeref’ud-din İsmail bin Muhammed’in de yani Emirci Sultan’ın has karakteri, dürüst yaşantısı, samimi inancı, hamiyyetperver gönlü ve liyakatlı donatısıyla bölgede adil bir yönetici olduğunu, o adil, asil, akil ve örnek vasıflarıyla gayrimüslimlerin bile koşulsuz sadakat gösterdiği güven abidesi bir şahsiyet olduğunu öğrenmiştim. Ama her türbede, her tekkede bizim gibi saygısı yüksek, sevgisi samimi ama bilgisi az yerli halkların iyi niyet ama efsanevi varyantlarla gülünç takdimatlarını bilirsiniz. Ama bir nebzede olsa bizim hatalarımız hoş görülebilir. Fakat oraya gittiğimde bilimsel tarif ve tasvir umduğumuz akademik unvanlı bazı hocalarında bizim gibi çok acemi varyantlar anlattığını, hatta bu anlatılarını birde tanıtım kitabesi olarak yazdırdıklarını üzülerek izledik.

İşte bu geniş katılımlı tanıtım projesi ve bilgilendirme sempozyumuna davet edilen tüm panelistlerden, hocalardan, siyasi, bürokrat ve mülki amirlerden hem projelerinin verimli ve analitik olduğunu, hem bilgi ve donanımlarının liyakat taşıdığını ispat, hemde tanıtım ve takdimlerinde umduğumuz icraatı sergilemeleri için önce atıl vesikaları tercüme etmelerini, hikayelerden uzak doğru bilgilere ulaşmalarını, şehrimize, Türk Dünyasına ve İslam Alemine birikimleriyle bir kazanç sunmalarını umuyorum.

Güzel insanlar Bendeniz seminer, sempozyum, forum, panel, münazara ve açık oturum formatında organize edilen onlarca toplantıya katıldım. Bazısına dinleyici, bazısına konuşmacı, bazılarına da sunucu vasfımla iştirak ederken, içlerinde moderatörlük ve administratorlük yaptıklarımda oldu. Ukelâlığımı lütfen bağışlayın; kendimi iyi bir dinleyici, iyide bir analizatör olarak görürüm. Servis edilen konuların güncellikle uyumu, didaktik boyutu, konuşmacılarda hitabet etkisi, ifadelerinin anlamsal bütünlüğü, felsefi derinliği, düşünsel içeriği, sanatsal estetiği ve bilimsel katkısı hep dikkatim hinterlandındadır.

Kendimi biraz abarttım sanki ama, benim asıl anlatmak istediğim, bu akademik çalışmada verim ve kalite kriterini sonucuyla sorgulamaktan başka bir şey değil. İnşallah güzel şeyler çıkar ümidindeyim. Kurumu, kurulları ve kurallarıyla bölgemizin itibar trendini inşallah çok daha yüceltir. Çoğunu tanımıyorum ama listede mümtaz simalar var. Mekan, tarih, konu ve konuk seçimi, panelistlerin branşındaki donanım, sıra, süre, sahne nezaketi ve ifadelerindeki bilimsel akıcılık ve anlaşılırlığı bende merak ediyorum. İspat ve şovmenlikten uzak, soru ve sorun çözümü, özet etkisi, eğitim tesiri ve temsilindeki yetkinlik teşhir edilseydi, olası tenkitlerin tedbiride bu tespitlere göre teşhis edilseydi daha iyi olacaktı ama olsun.

Süslü cümleler ve sıkıcı ayrıntılardan arı; Türk-İslam Tarihi ve Yesevi Felsefesi gibi ciltlere sığmaz bilgi okyanusunu özet, kalıcı, sade, açık ve anlaşılır bir şekilde, siyasi düşünce ve seküler milliyetçiliklerden uzak, objektif kriterlere dayalı akil yorumlar eşliğinde ve tamamı diplomasi inceliğiyle servis edilerek bizde duymak ve duyurmak istiyoruz.

Endişemizi lütfen bağışlayın, biliyorsunuz ki, yüksek öğrenim kurumları ve bilim adamlarımızdaki sayı katlanmasına rağmen uluslararası arenadaki başarı skalamız sürekli düşüyor. Bu istatistik maalesefki her üniversitede enflasyon oluşturan liyakatı tartışılır akademik ünvanların çokluğunu da gösteriyor. İşte bu sempozyumun en büyük farkı, öğrenme, aydınlanma güzergahına çıkan biz Yozgatlıları ve tüm kültür yolcularını, öğrenme güzergahımızda patinaj yapmamamız için gerçek bilgilerle donatmalarını, tercüme ve tespitleri dahil tüm sempozyum sonuç icraatlarını tarih otoritelerine akridite ettirmelerini de arzediyoruz.

Bu eleştirel beklentimi testi kırılmadan alınacak tedbir misali düşündüğünüzde memleket sevdamızdaki ve Türkiye aşkımızdaki samimiyeti ancak anlatabileceğiz. Tüm Hocalarımıza ve panelistlere Yozgatımıza hoş geldiniz diyor, sonsuz saygılarımla başarılar diliyorum.