Bazen hayatın koca gerçekleri küçücük bir cümleye saklanır:
“Evde bir bardak suyu uzatmayan çocuk, sokakta kimseye yer vermez.”
İşte mesele bu kadar yalın, bu kadar yakıcı.
Hani derler ya, çocuğun karakteri evde başlar, sokakta kendini gösterir.
İnsanlığın ilk tohumu o küçük evde filizlenir, dışarıdaki kalabalıkta meyve verir.
Biz artık o tohumu sulamıyoruz. Fanuslarda büyüttüğümüz çocuklarımız var;
düşmesin, kırılmasın, yorulmasın, üzülmesin diye üstlerine titrediğimiz…
Ama dışarı çıkınca rüzgarı görünce şaşırıyorlar.
İnsan görünce tedirgin oluyorlar.
Toplu taşımaya binince “gözleri kapanıyor.”
Yakın zamanda İstanbul’daydık.
Fatih’in atının nal izi hala taşlarda duruyor ya, o şehrin insanlığı da bir zamanlar o taşlar kadar sağlamdı.
Ama bugün metroya, Marmaray’a biniyorsun… Gençlerin yarısı kulaklıkla dünyayı susturmuş, diğer yarısı telefonla insanlığı unutmuş.
Yaşlı bir teyze var, ayakta zor duruyor. Hamile bir kadın, kalabalığın içinde nefes almaya çalışıyor.
Ama karşısındaki genç, bacak bacak üstüne atıp kendi evinin salonundaymış gibi davranıyor.
Sanki yanındaki kimse yok. Sanki o tren boş.
Ne selam var, ne göz teması, ne “abla buyur otur” nezaketi…
Dönüş yolculuğunda Marmaray’da ak saçlı bir abla vardı; Sivaslıymış ama 30 yıldır İstanbul’da yaşıyormuş.
İsyan ediyordu gençlerin duyarsızlığına.
“Evladım artık kimse kimseyi görmüyor.” dedi.
Biz de Oktay abiyle söze karıştık:
“Biz Yozgatlıyız, Yozgat’ta böyle gördük. Burada da böyle yapıyoruz.”
Bir baktık, vagonda sohbet büyüdü.
Bir yandan söz, öte yandan iç dökmeler…
Herkes aynı dertten mustarip:
İnsan insana yabancı olmuş.
Ben de o ablaya dedim ki:
“Evde size bir bardak suyu uzatmayan genç, hiç tanımadığı birine yer verir mi?”
Gözleri doldu,
“Doğru diyorsun… Biz kendimiz yetiştiriyoruz böylelerini.” dedi.
Oysa çocuklarımız temiz…
Akıllılar, zekiler, vicdanlılar.
Tek eksik olan, iyi bir insan olmanın tarifini evde duymaları.
Biz sadece “okul hayatı” diye tutturduk; doktor olsun, mühendis olsun, diploması olsun diye uğraşıyoruz.
Ama evde birine çay götürmeyi bilmeyen çocuk, kaldırımda yürüyen yaşlıya yol vermez.
Sofrada büyük başlayınca küçük susmayı öğrenmez.
Selamın değerini duymadan büyüyen genç, metroda gözünü gerçekten kapatır.
İnanın bana, çocuğuna konuşmayı, selam vermeyi, insanları kırmamayı öğreten bir anne-baba; tıp fakültesine sokandan, mühendis çıkarandan daha büyük iş yapıyor.
Çünkü insan olmak, meslekten önce gelir.
Diploma insana kimlik verir, ama ahlak karakter verir.
Bugün biz fanusu kırmak zorundayız.
Çocuklarımıza hayatın kalabalığında insan olmayı öğretmek zorundayız.
Yorulmayı, sorumluluk almayı, birine el uzatmayı, yer vermeyi, gülümsemeyi…
Çünkü insan insanla güzeldir.
Ve bir toplumun geleceği, bir metro vagonunda bile okunur.
Ne diyeyim…
Evde bir bardak suyu uzatmayı öğretelim ki, yarın Marmaray’da bir teyzeye yer verebilsinler.