Bosna-Hersek'ten Filistin'e, Şuşa'dan Suriye'ye kadar birçok bölgede, kentkırım olgusuyla karşılaşıyoruz. Bu terim, sadece fiziksel bir şehrin yok edilmesini değil, aynı zamanda o şehre ait olan tüm değerlerin sistematik bir şekilde silinmesini ifade ediyor.
Sadece savaşın değil, aynı zamanda bilinçli bir stratejinin ürünü olan "kentkırım", Gazze için de bir hakikat halini alıyor. Etnik kültür, dil, din gibi toplumsal değerlerin kasıtlı olarak yok edilmesi, kentin mekânsal hafızasının silinmesi anlamına geliyor.
Soykırıma verilen ceza gibi, "kentkırım"ın da hukuki bir karşılığı olmalı mı? Bu terim, olumlu ve olumsuz koşulların etrafında nasıl şekillendiğine dair tartışmalara yol açarken, Filistin'deki uzun soluklu bir kentkırım örneği, bu sorunun cevabını aramamıza neden oluyor.
Filistin örneğinde, bilinçli bir şekilde uygulanan politikaların sonucunda, kentteki izlerin silinmesi ve toplumun kimliğinin yok edilmesi hedefleniyor. Gazze'de evlerin yıkılması, altyapının tahrip edilmesi, sivil yerleşim alanlarının saldırılara maruz kalması, bu stratejinin bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Gazze'de yaşanan savaşlar, yalnızca insanların yaşam koşullarını değil, aynı zamanda ekolojik dengeyi de olumsuz etkiliyor. Kentkırım, sadece şehirdeki izleri değil, aynı zamanda canlı ekosistemi de tahrip ediyor. Bu durumda, "ekokırım" kavramı da unutulmamalı.
Gazze'de devam eden kentkırım, sadece fiziksel binaları değil, aynı zamanda toplumların ve kültürlerin dokusunu da etkiliyor. Bu durum, sadece bir kentin yıkımı olmanın ötesinde, bir topluluğun kimliğini ve tarihini ortadan kaldırmayı amaçlayan bir strateji halini alıyor. Dünyanın dört bir yanında son bulması dileğiyle.