Görmüyoruz sadece bakıyoruz

Abone Ol

Bazı sabahlar var ya…
Uyanıyorsun ama uyanamıyorsun.
Gözün açık ama kalbin kapalı.
İşte öyle bir dünyada yaşıyoruz artık.
Gözlerimiz her yerde, ama ruhumuz hiçbir yerde değil.
Sokağa çık, bak.
Herkesin elinde bir telefon, gözünde bir telaş.
Kimse kimseye “Günaydın” demiyor.
Ama herkesin gündemi dolu.
Birbirini görmeyen, ama birbirine yetişmeye çalışan bir toplum olduk.
Yozgat’ta bile -ki bu şehir Anadolu’nun en saf kalplerinden birine sahip- o eski selamlaşmaların, o komşuluk sıcaklığının yerini bir suskunluk aldı.
Kimse kötü niyetli değil aslında; sadece yorgun.
Yorgun ama nedenini bile bilmiyor.

“BİR ZAMANLAR YÜREKLE GÖRÜRDÜK.”

Eskiden birine baktığında kalbini hissederdin.
Bir anne gözünden evladını tanırdı, bir esnaf müşterisinin halini bilirdi.
Şimdi herkes rol yapıyor, herkes iyiymiş gibi.
Ama yüzlerdeki tebessüm artık fotoğraf filtrelerinden farksız.
Bir gün bir amca söylemişti:
“Evladım, biz eskiden gözle değil, yürekle görürdük.”
Ne kadar doğru…
Görmek, sadece bakmak değil.
Görmek; anlamak, fark etmek, hissetmek demek.
Biz hissetmeyi unuttuk.
“Bir şehir ne zaman susarsa, insanlar da kör olur.”
Yozgat’ın sesi de değişti.
Eskiden pazar yerinde bir hareket, kahvede bir muhabbet, okul çıkışında bir çocuk sesi olurdu.
Şimdi şehir sessiz.
Ama bu sessizlik huzurdan değil; alışmışlıktan.
Kimse birbirine dokunmuyor artık.
Ne halini soruyoruz komşunun, ne yüzüne bakıyoruz dostun.
Belki bir taziye mesajı, bir beğeni, bir emoji…
Ama gerçek bir dokunuş yok.
Yozgat gibi köklü bir şehir bile bu sessizliğin içine düşmüşse, demek ki biz de düşmüşüz.

“GÖRMEK İSTİYORSAN, YAVAŞLA.”

Hız çağında yaşıyoruz.
Ama neye yetişmeye çalıştığımızı bilmiyoruz.
Bir iş, bir başarı, bir paye, bir görüntü…
O kadar hızlı koşuyoruz ki, nereye vardığımızı fark etmiyoruz.
Yolda gördüğümüz her güzelliği, her insanı, her anlamı ıskalıyoruz.
Oysa hayat dediğin şey biraz yavaşlayınca fark edilir.
Bir bardak çayın buharında, bir selamda, bir gülüşte.
Bir ağacın altında oturup, gölgesine teşekkür edebilmektir yaşamak.
Yozgat’a, Türkiye’ye, hepimize düşen şey şu belki:
Birbirimize yeniden bakmak… ama gerçekten bakmak.
Birbirimizin gözünde insanı, emeği, samimiyeti görebilmek.
Çünkü görmediğin insana vefa duyamazsın.
Görmediğin şehre aidiyet hissedemezsin.
Ve görmediğin hayatta, yaşadığını fark edemezsin.
Belki bu yazı bir hatırlatmadır, belki bir sitem.
Ama eminim birçoğumuzun içinden geçeni söylüyor:
Biz görmeyi unuttuk.
Oysa Yozgat gibi bir şehir, gören gözlerin, duyan kalplerin şehri olmalıydı.
Yeter ki yeniden bakalım -ama bu defa içten, derinden, samimiyetle.