Haketmedim Diyen Kalplere Bir Mektup…

Abone Ol

Haketmedim” deriz içimiz yanarken.

Bunun psikolojik, fizyolojik, toplumsal, dini ve sosyolojik boyutları ve duygusal derinliği olan bir yazı

Bir iftira, bir haksızlık, bir vefasızlık, bir terk ediliş…

“Bunu hak edecek ne yaptım?” diye geceyi uykusuz, sabahı yorgun karşılarız.

Oysa bir kelimenin içinde ne çok yara, ne çok sorgu, ne çok iç yangını saklıdır.

İnsanın kendisine haksızlık edilmiş hissetmesi sadece ruhunu değil, bedenini de hasta eder. Kalp ritmi bozulur, mide düğümlenir, bağışıklık sistemi zayıflar. Psikolojik olarak travmalar, anksiyete, depresyon gibi hastalıklar kapıyı çalar. Zihin sürekli geçmişi kemirir. “O gün şöyle deseydim…”, “Keşke şunu yapmasaydım…” gibi pişmanlıklarla içimizde bir kara delik oluşur.

Geçmişin yüküyle bugünü harcamak…

Geçmişte yaşadığımız bir adaletsizlik, bugünümüzü zehirliyorsa; aslında zulmü yapanla beraber, bir de biz kendimize zulmediyoruz demektir.

Kimi zaman bir aile ferdinden, kimi zaman iş yerinden, kimi zaman en yakın dosttan gelir bu yara. Ama fark etmeden, bu duyguyu taşıyarak çocuklarımıza aktarırız. “Baban bana böyle yaptı” derken, çocuğun gözünde babanın değeri düşer. “O kardeşim mirası aldı, ben dışlandım” dediğimizde, kardeşlik bağı zedelenir.

Ailede yaşanan haksızlıklar sadece bireyleri değil, sonraki nesilleri de etkiler. Toplumsal düzeyde ise güvensizlik artar, insanlar birbirine mesafe koyar. Haksızlığa uğramış birey, toplumdan uzaklaşır, küser, içine kapanır. Bir süre sonra adalet duygusuna olan inanç da yavaş yavaş erimeye başlar.

Ya inancın, sabrın sınandığı bir yerdeysek?..

Dini açıdan bakıldığında ise, yaşanan her haksızlığın elbette Allah katında bir karşılığı vardır. Kur’an’da “Zulmedenlere meyletmeyin, yoksa size ateş dokunur” (Hud, 113) buyrulur. Her mazlumun duası arşa çıkar. Peygamber Efendimiz, mazlumun duasından sakının, onunla Allah arasında perde yoktur buyurmuştur.

Bazen Allah bizi sınar. Hakkımız yendiğinde sabrımızı, metanetimizi, tevekkülümüzü ölçer. Zira bu dünya adaletin mutlak adresi değil, imtihanın sahnesidir.

Peki ne yapmalı?

Önce kendimizi affetmeliyiz.

Olmuşla ölmüşe çare yoktur derler ya, geçmişe saplanıp kalmak, bugünü de heba etmekten başka bir işe yaramaz.

Sonra o yükü hafifletmeliyiz.

Bizi kıranları affetmek, onlara hak vermek değil; kendimize huzur vermektir. Affetmek, unutmaktan öte bir farkındalık ister.

Ve en önemlisi, şifa niyetine susmalıyız bazen.

Kimi yaralar konuşarak değil, susarak geçer. Kimi hakikatler sessizlikte daha berrak anlaşılır.

Belki gerçekten hak etmedik. Kim hakettiğini yaşıyor ki?

Ama hâlâ huzurlu bir hayatı hak ediyoruz.

İçimizdeki “neden?” çığlıklarını, “nasıl daha iyi iyileşebilirim?” sorusuna dönüştürerek…

Geçmişin izleriyle değil, bugünün umuduyla yürümek gerek