Hukuk, Ahlak, Özgürlük vesaire...

Abone Ol

İfade özgürlüğü, daha çok azınlıkta kalan, çoğu zaman tahammül sınırlarını zorlayan, sinir uçlarına dokunan ifadelerin ortaya konulmasını teminat altına alır.
Zira toplumun ekseriyeti tarafından kabul edilen görüş ve düşüncelerin ayrıca korunmaya ihtiyacı yoktur.
Bu, burada bir dursun. Ahlaki değerler toplumdan topluma farklılık arzeder.
Bir toplumda ahlaka mugayir bir eylem başka bir toplumda sıradan bir davranıştan öteye geçmeyebilir.
Buradan hareketle ifade özgürlüğü ile ahlak karşı karşıya gelirse, yani kimisinin ifade özgürlüğü dediği söylem ve eylemler genel ahlaka aykırı olursa ne olur? Ahlak nereye düşer? Ahlaka aykırı olduğu bilinen bir eylem özgürlük alanında kalır mı?
Şurası bir gerçektir; ahlakın sınırları, hukukun sınırlarından daha geniştir. Dolayısıyla her ahlaka aykırılık içeren eylem, hukuka aykırı olmayabilir.
Belki sınırlı düşünmemek için şunu da ortaya koymak gerekir; ifade derken, sadece sözlerimiz, yazılarımız anlaşılmamalıdır. Müzik bir ifade biçimidir, resim, fotoğraf bir ifade biçimidir. Hatta hatta susmak dahi bir ifade biçimidir; bazı zamanlar sözlerden daha fazla anlama gelmez mi susmak? Devam edelim. Evet, ahlak demiştik. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10. maddesi açıkça ifade özgürlüğünü güvence altına alırken, hakkın sınırsız olmadığını da ortaya koyacak şekilde “ahlakın korunması”nı ifade özgürlüğünün sınırlanması için meşru bir amaç olarak saymıştır.
İşin kısacası, “genel ahlak” ifade özgürlüğünün bir sınırını teşkil etmektedir. Bu konuda Anayasa Mahkemesi’nin de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de çok sayıda kararı bulunmaktadır.
Bu, işin teknik anlamda hukuk cephesi. Hukuku elbette sosyolojiden bağımsız düşünmüyoruz.
Bundan öte “Kötülük” ya da “ahlaksızlık” diye ifade edilebilecek bir eylem toplumun ekseriyeti tarafından “kötülük” olarak nitelendirildiği sürece aslında endişe edilecek çok birsey olmadığı kanaatindeyim. Ancak “kötülük” ve bu anlamda “ahlaksızlık” sıradanlaşır, normalleşir, benimsenir ve toplumda en azından “ayıplanma” gibi bir yaptırımla karşılaşmaz ise o zaman toplumdaki ahlaki değerlerin kaybedildiğini düşünüp endişe edebiliriz. Hannah Arendt’in ifadesiyle “Kötülüğün sıradanlaşması” bu anlamda yaygınlaşmasına da bağlıdır. Bu meyanda “genel ahlaka” aykırı olan eylemlerin hukuk tarafından kayıt altına alınması(takyid edilmesi) ve sınırlanması toplumun “kötülüğü” benimsemesinin de önüne geçmektedir.
Hukukun haklara ve özgürlüklere bir takım sınırlar getirmesi esasında hakkın ve özgürlüğün korunmasına yöneliktir. Mesela yazımızın başında söylediğimiz ifade özgürlüğünde, herkesin herseyi rahatça ifade ettiği bir ortamda hiç kimse birsey ifade edemeyeceğinden kayıtsız ve sınırsız bir özgürlüğün tersine inkılap ettiğini görürüz.
Sonuç olarak dostlar, mesele uzundur ama; hukuk, adalet ve özgürlükler de önemlidir. Ne kadar anlatsak hep bir yanı eksik kalacaktır. Bizim oraların bir deyişi vardır ya; “azımızı çoğa sayın”
Aristo’ya izafe edilen, hukuk ve adalet vurgusu yapan bir sözle bitirelim; “yaşayan varlıkların en mükemmeli olan insan, hukuk ve adaletten ayrıldığı zaman onların en alçağı olur.”