Kabuk tutmayan yaralar

Abone Ol


Balkan’dan esen yeller hala hüzün kokuyor
Ya sürgün ya soykırım çiğerimi yakıyor

Zülüm çekilen çile, bir kanlı köy bırakır
Yangınlar gökyüzünde kapkara ay bırakır

Vardar’ın kıyısında anam bağrını yırtar,
Rastladığı, ölüler üstüne toprak atar

Bulduğu yaralıyı sarar zayıf sırtına
Her adımda yüzüne çarpar buzlu fırtına

Selanik ten Manastır’a kervanlar dökülür
Yağmur dinmiyor, çamur çıkmaz yıkılır

“Dayanın!” der ihtiyar; Düşme oğul az dayan
Son sığınak İstanbul, orası sıcak liman.

Kafile gece durur; korkudan ateş yanmaz
Kolera çadır kurmuş; bulaşan kişi onmaz

Artık yoktur onlara ne care nede derman
Her cesedin gölgesi toprağa düşer ne yaman.

Fransız seyyah gelip gördüklerini yazmış
“Burası bir kıyamet?”demiş dizmişte dizmiş

Balkan’da ölümlere sıradan ecel denirmi
Aklına düşünce hiç ekmek aş yenirmi

Balkanın yaraları kabuk tutup dökülmez
Yıllar geçse üstünden sökükleri dikilmez

“Ya Yurt, yada haysiyet” buydu onların kaderi;
Bırakıp kaçmadılar yaşadılar kederi

Şehitler ölmez arşta yazar Allahü Ekber
Her yıl yirmialtı Mart’ta söylenir makber

Aras, tarih şöyle der: Zulme eğilmediler.
Göç yolunda öldüler ama dağılmadılar