Kar Yağardı Kar Üstüne

Abone Ol

Rabbim rahmetini, bereketini kesmesin! Her türlü kaza ve beladan da cümlemizi korusun. Kar da yağmur da berekettir, rahmettir. Yeryüzüne canlılık ve hayat veren nimetlerdendir. Kar yağmasa, yağmur olmasa hâlimiz nice olurdu, bir düşünsenize!..

Kara son yıllarda hasret kaldık. Bu vesileyle, eski kışları hatırlamak için çocukluğumdan iki hatırayı paylaşmak istedim. Biri yağmur, diğeri kar hatırası… Her ikisi de altmışlı yıllara ait.

Bizim köy, Yozgat’a 15 km uzaklıktadır; çoğunuz bilirsiniz: Kırım Köyü. Çocukluğumuz burada geçti. Çiftçi bir ailenin çocuğuyum; köy halkının büyük çoğunluğu da tarım ve hayvancılıkla uğraşırdı. İlkokulu bitirene kadar köyde kaldım.

Bir Yağmur Hatırası

İlk hatıram bir yağmur hatırasıdır. Bir düğün daveti için okuntu götürmem gerekiyordu. Hava güzeldi; gün de bahar mevsimi gibiydi. Evin en küçük çocuğuydum; düğün vesilesiyle okuntuları bana dağıttırırlardı. O zamanlar davetiye modası yoktu; düğün için okuntu yollanır, “Babamın selamı var, düğünümüze buyurun” denirdi.

Cihanpaşa Köyü’nde dünürümüz vardı; oraya okuntu götürmek için beni yolladılar. Çocuktum; hiç düşünmeden yayan yapıldak yola çıktım. Hava güzeldi; akşam olmadan döneyim diye acele ettim. Okuntuyu dağıttıktan sonra geri dönmek üzere yola koyuldum.

Bu kez ıssız bir yolu tercih ettim. “Dağın Ardı” tabir edilen ormanlık alandan köye dönüyordum. Bir anda hava karardı; gök gürlemeye, şimşek çakmaya başladı. Çok geçmeden de sicim gibi yağmur indi. Çocuktum ve yalnızdım; korktum. Yağmur fırtınaya dönüşmüştü. Ben de yarışçı gibi koşmaya başladım. Yağmur üstümden sel gibi aktı; sırılsıklam oldum.

Eve geldiğimde üzerimden sular akıyordu; tir tir titriyordum. Kendimde değildim. Beni soydular, bir halıya sarıp kuruttular; saatler sonra kendime geldim… Ölmedim ama hatırası kaldı.

Bir Kar Hatırası

Kar hatırasını da anlatayım. Ortaokul öğrencisiydim. Hafta sonları köye gidip gelirdim. Mevsim kıştı ama kar yoktu. Cuma günü köye gitmiş, pazartesi sabahı yayan dönecektim. Ancak pazar akşamı öyle bir kar yağdı ki yollar tamamen kapandı.

Rahmetli dedem, yanıma babamı ve yol arkadaşı olarak da Alaaddin Onbaşı’yı vererek yola çıkmamıza izin verdi. Tabii o günün vasıtası olan eşeğimizi de yanımıza aldık. Dedem aslında asla izin vermezdi; ben okula gideceğim diye çok ısrar etmiştim.

Kar adam boyu olmuştu desem yalan olmaz. Yozgat’a kadar yaklaştık ama çok zor ilerliyorduk. Kurt ve köpek saldırısından da korkuyorduk. Tam Ethem’in Çiftliği hizasında, dere içine girdiğimizde kar bizi tamamen yuttu; yürümemiz imkânsız hâle geldi. Eşeğimiz kara gömülmüştü; hayvanı çıkarmak neredeyse imkânsızdı. Çok uğraştık ama nafile…

Çaresiz kalınca babam, “Oğlum, koş; Yozgat’tan bizim köylülerden birkaç kişi bul, yardımımıza getir,” dedi. Küçük olduğum için yuvarlanarak çıktım; Çatak Boğazı’ndan Yozgat’a ulaştım. Kahveden birkaç kişiyi bulup tekrar yola koyuldum.

Çatak Boğazı’nı çıkarken onlarla karşılaştık. Zar zor, sürüne sürüne çıkmışlar; hayvanı da kurtarmışlardı. Yozgat’a indik; kahvede soba başında ısınıp öğleye doğru okuluma gittim. Yaşadıklarımı kimseye anlatamadım… (Aslında utandım.)

Ne yazık ki şimdi o yağmurlar da yok, o karlar da yok; o samimiyet, o dostluk da yok. Rabbim, göklerden rahmetini, yerden bereketini kesti diyebiliriz. Bilmem, siz ne dersiniz dostlar? Biz mi değişiyoruz, zaman mı, yoksa mevsimler mi?

Gelin, bunun sebebini hep birlikte düşünelim: Sahi, rahmet ve bereket neden azalıyor?