Misafir olduğumuz hayatta ev sahipliği taslamak

Abone Ol

Dünyada misafir miyiz, yoksa ev sahibi mi? Günlük hayatımıza baktığımızda bu sorunun cevabını davranışlarımız verir. Çoğu zaman ev sahibi gibi yaşarız; hiç gitmeyecekmişiz, bu düzen hep bizimle kalacakmış gibi… Oysa dünyadaki en büyük yanılgımız tam da burada başlar: Kendimizi ev sahibi sanmakta.
Misafirliğin bir edebi vardır. Misafir, bulunduğu mekâna hükmetmez; koltuğun yerini, perdenin rengini, metrekarenin hesabını dert edinmez. Kırılan bardak için kavga çıkarmaz, dökülen halı için dünyayı başına yıkmaz. Çünkü bilir ki burası geçicidir. Vakti dolduğunda teşekkür eder ve sessizce çekip gider. Ne var ki biz, misafir olduğumuz bir dünyada kalıcıymış gibi hırslanır; eşyaya, makama, güce ve konfora gereğinden fazla anlam yükleriz.
Bireysel düzeyde bu yanılgı, bitmeyen bir tatminsizlik doğurur. Daha fazlasını isteyen ama huzuru bir türlü bulamayan bir ruh hâli… Psikolojik olarak insanı yoran, kaygıyı ve öfkeyi besleyen bir döngü. Toplumsal açıdan bakıldığında ise bu ev sahipliği iddiası çatışmaları büyütür. Toprağın, suyun, makamın “sahibi” olduğunu düşünen insan paylaşmayı unutur. Güç savaşları, sınıf ayrımları ve adaletsizlikler bu algıdan beslenir.
Dini perspektif bu noktada net bir çerçeve sunar: Dünya bir imtihan yurdudur. “Bir yolcu gibi olun” öğüdü, misafirliğin en sade tarifidir. Tasavvufta dünya, kalbe bağlanmaması gereken bir duraktır. Mesele eşyaya sahip olmak değil, eşyanın insana sahip olmamasıdır. Felsefe, özellikle Stoacı düşünce, kontrol edemediklerimize tutunmanın insanı mutsuz ettiğini söyler. Bilim ise hatırlatır: İnsan, kozmik ölçekte bir göz kırpması kadar bile yer kaplamaz. “Dünya kimseye kalmaz” sözü, bu gerçeğin halk dilindeki ifadesidir.
Dünyayı evimiz zannettiğimizde onu değiştiremeyiz; aksine, dünyanın çarkları arasında eziliriz. Ama misafir olduğumuzu kabul ettiğimizde hafifleriz. Hırs azalır, şükür artar. Daha az kırar, daha çok anlarız. Çünkü biliriz ki hepimiz geçiciyiz.
Gerçek şudur: Misafir olduğumuz dünyada eşyayla kavga eder, makamla yarışır, güçle ölçülür ve sonra huzur ararız. Kendini sahip zanneden, kimseye yer bırakmaz. Tatminsizlik, modern çağın görünmeyen salgınıdır.
Hepimiz geçiciyiz. Kalıcı olan, ardımızda bıraktığımız izdir. Misafirliğin en güzel hatırası ise kırmadan, dökmeden, incitmeden ardında hoş bir seda bırakarak gitmektir.
Yunus Emre’nin dizeleriyle bitirelim:
“Mal da yalan, mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan”