Ocak Hatıralarım (24)

Abone Ol

Türk Ocakları olarak faaliyetlerimiz sürmüş 15 günde bir olmak kaydıyla konferans ve toplantılarımız sürüp gitmiştir.

14 Ekim 1989 Tarihinde, Yozgat İmam-Hatip lisesi Meslek dersleri öğretmenlerinden Sn. Mustafa Fidan Ocak konferans salonunda “İnsan ve İslam” konusunda konferans vermiştir.

Not: (Mustafa Fidan hocamız o tarihlerde İmam Hatip Lisesi Meslek dersleri öğretmeniydi.)

***

1 Kasım 1989 Tarihinde, “İskenderun Yeni Doğuş Sahnesi” tarafından hazırlanan “AKREP” isimli tiyatro eseri “Büyük Sinema” salonunda 2 matine halinde öğrencilere ve halkımıza sunulmuştur.

***

2 Aralık 1989 Tarihinde, Ankara’dan;

Âşık Yaşar Reyhani,

Aşık Sitemkar,

İbrahim Saltan

ve

Hayati Vasfi Taşyürek’in

İştiraki ile “Büyük Sinema” salonunda “Âşıklar Şöleni” tertiplenmiş ve yine iki matine halinde Öğrencilere ve Halkımıza sunulmuştur.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN DEĞER

Yozgat Türk Ocakları, bir gurup fedakâr Türk Milliyetçisinin çaba ve çalışmaları sonucu 28.12.1988 tarihinde yetki belgesi alınmış ve 3 Haziran 1989 tarihinde “Sosyal Etkinlikler Salonu”nda yapılan açılış ile faaliyetine başlamıştı.

Çok yoğun faaliyetlerle dikkat çeken Yozgat Türk Ocakları ile ilgili anı ve çalışmalarımı zaman zaman sizlere aktarmayı sürdürüyorum.

“Âşıklar Şöleni”

Konu: Eğlence gecesi

Tarih: 02 Aralık 1989

Yer: Yozgat “Büyük Sinema” salonu

Konuşmacı: Kenan Eroğlu

Bu gün yazımızda; 02 Aralık 1989 Tarihinde Büyük Sinema salonunda 2 matine halinde öğrencilere ve halkımıza sunduğumuz ve Âşık Yaşar Reyhani, Âşık Sitemkar, İbrahim Saltan ve Hayati Vasfi Taşyürek’in iştiraki ile Ocak olarak düzenlediğimiz “Aşıklar Şöleni” programının açılışında yaptığım konuşmayı takdim ediyorum.

Türk Ocakları Yozgat şubesi tarafından düzenlenen “Âşıklar Şöleni” programının açılışında yaptığım konuşma:

“Saygıdeğer misafirlerimiz.

Türk Ocaklarının tertiplemiş olduğu “Âşıklar Şöleni” ne hoş geldiniz diyor, hepinize saygılar sunuyorum.

Bundan 80 sene kadar evveldi.

Bir gece.

Evet, bir yaz gecesi.

80 Sene evvelinin bir yaz gecesi.

Havaya.

Servi ağaçlarından yayılan reçine kokuları arasında.

O vaktin gençleri bir toplantı yapıyorlardı.

Osmanlı El’inin yüzlerini sildiği taştan bir insan kalabalığı, bu gizli toplantının tek şahidi oldu.

Bu şahitlerin başlarında, iri burma kavuklar, Yeniçeri kavukları, Horasani kavuklar ve kallavi kavuklar vardı.

Ve bu kavukların arasında, eski Türk kadınlarının yaldızlı bir çiçek demetiyle biten mazlum endamları.

Torunlarının yavaşça konuştuklarını bu gece saatinde dikkatle dinlemişlerdi.

Bu toplantı;

Dağılmaya değil, dağıtılmaya.

Yıkılmaya değil, yıktırılmaya çalışılan Osmanlı Devletinin başkenti İstanbul’da yapılıyordu.

Bu toplantı.

İstanbul’da, Karacaahmet’te.

Servi karanlığı ile mermer beyazlığının karıştığı tenha bir köşede oldu.

Bu toplantıda.

Tıbbiyeli gençler,

Genç delikanlılar,

Diğer büyük mekteplere mensup arkadaşlarıyla birlikte.

Artık Türk’ün Türk’ü düşünmesi için.

Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını vurgulamak için bir dernek kurmaya orada, o alaca karanlıkta karar verdiler.

Bu gençler.

Genç delikanlılar.

Balkan harbi bozgunu sonucu büyüye büyüye kopup gelen göçmenlerin acıklı hikâyelerini çocuk yaşta dinlemişlerdi.

Daha küçükken, çocuk yaşta vatan acısını tatmışlardı.

Bu gençler.

Her köşesinde sayısız gaza masalları söylenen eski Anadolu ocaklarına mensup delikanlılardı.

Her unsurun kendi yoluna doğru ayrıldığı 1910’ların Osmanlı devletinde o günlerde.

Türk unsurunu düşünmek gerektiğini ilk idrak edenler bu gençler olmuşlardır.

Evet;

Bundan 80 sene evvel bir yaz gecesi hafif hafif söylenen servilerle, Atalarının derin derin susan mezar taşları arasında.

Ölmüş atalarını şahit tutarcasına.

Bu gün üyesi olmakla şeref duyduğumuz derneğin, ürk Ocağının temelini attılar.

Okul disiplininden kaçarak.

Bu gizli, fakat anlamlı toplantıya gelenler kimlerdi?

Bilmiyoruz.

Bu genç kalabalığın;

Dilden dile söylenen şarkıları vardır.

“Ben bir Türk’üm,

Dinim cinsim uludur.

Özüm, sinem ateş ile doludur.”

Dediler.

Fakat Güftesi kimindir?

Bestesi kimindir?

Bilinmez.

Ebediyyen yaşayan ve asırdan asra geçen,

Milli gururları vardır.

Masalları vardır.

Babalar çocuklarına söyler.

Nineler torunlarına anlatır.

Bunların nakledicisi kimlerdir.

Bilinmez.

Türk Ocağı’nı kuranlar;

Milletleri için düşündükleri bu müesseseyi, kendi fani şahıslarının isimlerine bağlamaktan çekindiler.

Biz bütün bu genç insanları,

Kendi nağmesine çeken bu derin bestenin sahibini bilmeyiz.

Onlar;

Yaptıkları eserin altına kendi imzalarını değil,

O’nun üstüne,

Bir hükümdar tuğrası gibi milletin ismini koydular.

“Türk Ocakları”

Aradan seneler geçti.

Bu ilk ateşi,

Tarihin bağrından kopup gelen rüzgârlar üfleye üfleye büyüttü ve yaydı.

Bu kutlu Ocak’tan,

O zamanki Türk aydınları;

Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Fuat Köprülü, Kazım Karabekir, Ömer Seyfettin, Halide Edip, Hamdullah Suphi Tanrıöver. Gelip geçti.

Bu Ocak’tan ilham alanlar,

Çanakkale savaşına gönüllü katıldılar.

Milli Mücadele’yi onlar yaptılar.

İşgal kuvvetlerin onlar direndiler.

Türk Ocağı.

Osmanlı İmparatorluğunun geniş sahnesine sıkılmış bir yumruk gibi birdenbire uzanıverdi.

Meğer bu yumruk;

Ne kadar kol bükecek, ne kadar mânia devirecek ve ne zor bir yol açacakmış.

1911 Yılında;

İstanbul’da kurulan Türk Ocağı’nın gayesi:

“Türk Milletinin varlığını tanıtmak, Türk kültürünü geliştirerek kültür sahasında Türk Milli birliğini meydana getirmek, Türk’üm fakirine, yoksuluna, hastasına yardım etmek, fikren, iktisaden Türk Milletinin gelişmesine çalışmak.”

Şeklinde ifade edilmiştir.

Bu gün ise;

Yozgat’ımızda da faaliyetini sürdüren Ocak gayesi: “Milli kültür, ahlak ve Milli Ülkü’nün geliştirilmesi, milli birlik ve ictimai ahengin sağlamlaştırılması ve Türklüğün yüceltilmesi gayesiyle kurulmuş bir dernektir.”

Şeklindedir.

Türk Ocaklarının kuruluşunda hâkim olan ve yasalarımızda ifade edile gelen Türk Milliyetçiliğinden Ocak herhangi bir sapma göstermemektedir.

Türk Ocakları;

Kurulduğu günden bu yana, hep devletten ve milletten yana olmuş, devletin dayandığı mukaddesleri savunmuştur.

Türk Ocakları;

Kızılay gibi, Türk Hava Kurumu gibi Milli müesseselerimizden birisidir.

Kamu yararına çalışır dernek statüsündedir.

Herkes üye olabilmektedir.

Evet, sevgili misafirlerimiz.

Hakkımızda başkaları son sözlerini söylemeden önce biz milletçe kendi hakkımızda son sözlerimizi, son kararlarımızı söylemek mecburiyetindeyiz.

Zaman geçmeden.

Dünyanın süper devletleri kendi kararlarını bize uygulatmaya çalışacaklardır.

Bu hükümler bizim verdiğimiz kararlara uymayacaktır.

Ocak;

İlk kurulduğu günlerdeki menfi şartların aşağı yukarı aynen devam ettiğine inanmaktadır.

Ocak;

Milli Ülküler etrafında ve istikametinde çalışmalarla, toplumumuzda mevcut ve muhtemel fikri, ahlaki, sosyal bozuklukların yok edilmesi gerektiğine inanmaktadır.

Milli bir kültür müessesesi, bir mektep olarak Türk Ocağının milletimizin bütün meseleleri ile alakadar olması, tesbit, tahlil ve tavsiyelerde bulunması tabiidir.

Ancak; Bu ilginin ilmi çerçeve içinde ve günlük politikaların, kısır siyasi çekişmelerin dışında olması kaçınılmazdır.

Ocak;

Bu gün artık, gelenekleşmiş olan Ocak prensipleri dâhilinde, Türk Milliyetçiliğinden asla taviz vermeden, şanlı geçmişimizden hız ve ilham alarak faaliyetlerini sürdürmektedir.

Bu faaliyet;

Türk Milletine feragat ve fedakârlıkla hizmet etmeyi şeref kabul eden bir anlayışla yürütülecektir.

Sözü daha fazla uzatmadan,

Sizleri Türk Ocaklarının faaliyetlerine katılmaya ve yardımcı olmaya davet ediyor,

Âşıklarımızla baş başa bırakıyor, saygılar sunuyorum.“ 02 Aralık 1989

Not: (Programımıza Âşık Yaşar Reyhanî, Âşık Sitemkâr, İbrahim Saltan ve Hayati Vasfi Taşyürek katılmışlardı. Programın yapılacağı gün ozanlarımız sabahtan Ocağımıza gelmişler ve kendilerini Ocak salonunda program saatine kadar ağırlamıştık. Bu süre zarfında ozanlarımız saz ve sözleriyle, şiirleri ve sohbetlerle bizi çok mutlu etmişlerdi. Özellikle Hayati Vasfi Taşyürek’in okuduğu şiirlerle bizleri mest etmişti. Hem sohbet, hem saz, hem şiirlerle dolu bir gün geçirmiştik.)