Ölüm; yeniden doğum, titreyip kendine getiren hakikat!

Abone Ol

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!

Önünden geçmeyi, görmeyi, yakınında olmayı içten içe istemediğimiz, ama içi tanıdık, eş, dost, akraba ile dolu mezarlıklar arasında yaşarız.

Vuslat öncesi farklı sebeplerle kapısından içeri girince ruhunuzu alır götürür kabre girmeden o soğuk yüzlü hakikat!

Mezarlıklar, bir türlü kabullenmek istemediğimiz soğuk yüzlü hakikatimiz değil midir?

Er ya da geç o ana ulaşacağını bilse de hiç ölmeyecek gibi yaşayan insanlığımız için aslında yeniden doğma, irkilme, titreyip kendine gelmenin yeridir oraları.

Ve o beyaz örtü bir perdedir bizi en samimi hali ile sarıp sarmalayacak.

Kimine kapısından çıkıncaya kadar, kimine ömrünün sonuna kadar hiç unutulmamak üzere hakikati hatırlatan bir dünya görseli.

Aslında yeniden doğumun ta kendisidir mezarlıklar. Her kabir bir yaşanmışlığı temsil ederken, sonsuzluğa giden yolda kesilen her nefesin yeni bir başlangıç olduğunu hatırlamakta zorlanırız pek çok kez.

Ne vakit insanın hırs, ihtiras ve beklentilerle dolu dünyası aklını alır başından, o vakit bir kabir soğukluğudur en acı freni koyacak olan.

Evet, orası, bir taş görüntüsünde karşımıza çıkan soğuk yüzlü hakikattir bize bizi hatırlatacak olan.

Bu dünya nimetlerinden biraz daha fazla kazanma arzusu ile kör olan gözlere ışık,

Kadınından, canından olanla hilafa düşüren, düşman eden dünyanın yalancılığını yüzümüze olduğu gibi haykırandır mezarlıklar.

Yeniden doğumun adıdır yaşayan insanlığımız için.

Kör olan vicdanlara, kararan nefsimize, dizginleyemediğimiz ihtiraslarımıza dur diyen.

İçimizi titreten…

Bir soluklan diyebilen en zamansız mola istasyonu.

Tüm bunları anlayabilmek için son nefese ulaşmaya gerek var mı?

Vakit o vakit olduğunda zaten iş işten geçmiş olmuyor mu?

İki gün önce kabrine, insanlığımızın mayasını oluşturan toprağa emanet ettiğim hasreti yüreğimden hiçbir zaman gitmeyecek anneannemin ardından öylece bakakaldım.

Ak sakallı dedem, “Gitti, bir daha gelmeyecek” diye hayıflanırken,

Ve bir kürek daha toprak atabilmek için yarışırken tüm sevdikleri üzerine,

Ne diyebildik Fatiha’dan başka.

Film gibi…

Ne zaman SON olacağı belli olmayan film.

Anneannemin gidişini izlemekten, tabutuna son bir omuz vermekten, gözyaşı dökmekten başka nasıl bir kudret geçti elime.

Hesap ediyorum önü, sonu sıfır…

Bir kazanç yolu var, titriyorsa yürek ve kendine geliyorsa insanlığım(ız),

Bir soluk alıyorsa dünya işleriyle meşgul, arayıp da bir türlü düşüremediğimiz o dünyaya ulaşabiliyor isek,

Sadece bir ölüm korkusundan ibaret değilse hissettiklerimiz, o gün bir doğum gerçekleşmiş olmaz mı?

Kendi adıma sadece hüzün almadım o kabirden ve sadece içimde büyüyen anneannemin hasreti olmayacak elbette.

Bir hayır duası kazanıp, ona, ondan bana ulaşan anne-babama bir pay aktarabilme duygusu var ya.

Sanırım bamteli tam da burası. Onu yakalayabilmek, o acı istasyonda soluklanırken güç toplamak.

Yattığın yer nur olsun Şükran Hanım…

Biliyorum ki bu gidiş ne bir sonsuzluk, ne karanlık bir kuyu, ne virane bir çıkmaz.

Yolun, kabrin, hakiki alemin aydınlık olsun.

Cennet bahçeleri mekanın olsun. Seni benden daha çok özleyeceğini bildiğim koca dedem, o bahçede bu dünyadaki gibi yoldaşın olsun.

Seni hiç unutmayacağım!