Siyasetin A, B, C’si değişir ama kafa aynı kafa!

Abone Ol

Siyasetin A’sı, B’si, C’si değişiyor ama alfabesi aynı kalıyor.
Partiler, isimler, rozetler, renkler değişse de içeride dönen o tanıdık film hep aynı: güç savaşı.
Önceki gün CHP’deki kavgayı yazdık. Böyle giderse daha çok yazacaklarımız var!
Kimi okur dedi ki, “Yahu Tarık Bey, sanki diğer partilerde gül bahçesi var da CHP’de diken var.”
Haklısınız… Yok öyle bir dünya.
Bu memlekette hangi partiye bakarsan bak, kapalı kapılar ardında bir savaş konseyi kurulu gibidir.
Bir yerde koltuk mücadelesi vardır, bir yerde liste kavgası, bir yerde “benim adamım girsin, senin adamın dursun” tartışması.
Siyaset bir noktadan sonra hizmet değil, hesaplaşma arenasına dönüyor.
Aslında siyasetin olduğu yerde kavga, kıskançlık, rekabet her zaman olur.
Ama mesele şu: Bu kavga memleket için mi, yoksa menfaat için mi?
Bir zamanlar “dava adamı” denilen bir nesil vardı.
Kuru maaş almadan gece yarılarına kadar çalışan, köy köy gezen, halkın derdini anlatan…
Bugün o dava adamlarının yerini “makam adamları” aldı.
Artık siyaset, ideallerin değil, menfaatlerin laboratuvarı olmuş durumda.
Kim kiminle yan yana görünürse hangi koltuğu kaybeder hesabı yapılıyor.
Bir belediyede başkan değişse, hemen ertesi gün “kim kiminle fotoğraf verdi?” diye dedikodu başlıyor.
Siyaset, neredeyse bir reality show tadında yaşanıyor.
Soruyorum:
Hangi partide, fikir namusu için birbirine omuz veren, karşı görüşe bile saygı duyan kaç insan kaldı?
Artık herkes kendi yankı odasında yaşıyor.
Bir partinin içindekiler bile üç ayrı klik halinde.
Birbirinin başarısızlığına sevinen insanlar, aynı rozetin altında siyaset yapıyor.
Siyaset dediğin şey, “birlikte kazanma sanatı” değil miydi?
Ne ara “birbirini batırma stratejisine” döndü?
Benim Anadolu’da gördüğüm siyaset başka.
Bizim köylerde muhtar seçimi bile mertçe olurdu.
İki aday da kahvede aynı çayı içerdi.
Kazanan da kaybeden de sabah namazında yine aynı safta dururdu.
Şimdi bakıyorum da; büyük şehirlerde siyaset, dostu da düşmanı da tüketen bir yarışa dönüşmüş.
Bir taraf ötekini susturmakla, diğeri ötekini ifşa etmekle meşgul.
Sonra da herkes aynı cümleyi söylüyor:
“Biz halka hizmet için varız!”
Ama halkın yüzüne bakan yok.
Halkın içinde yürüyen, pazar tezgâhında fiyat soran, çocuğun defterini okşayan kaç siyasetçi kaldı?
Yozgat’ta bile insanlar artık siyasetten uzak duruyor, çünkü herkesin dilinde aynı sitem var:
“Bizimle değil, kendi aralarında kavga ediyorlar.”
Siyaset sadece iktidar değişimi değildir; ahlakın kimde kaldığının sınavıdır.
Bir partinin ideolojisi değil, insanlarının vicdanı belirler onun yönünü.
Ama bugün öyle bir noktadayız ki; inançlar, idealler törpülenmiş, yerine hesaplar, çıkar ilişkileri, “benim sıram gelsin” zihniyeti geçmiş.
Artık partilerin değil, kişilerin vicdanı kurtarıyor işleri.
O da ancak bireysel gücü kadar…
Bir insan dürüstse, kendi çevresinde bir ışık yakıyor; ama o ışık genel merkeze ulaşmadan sönüyor.
Peki siyaset bu ruhla nereye gidiyor?
Cevabı basit:
Bu gidişle siyaset, siyasetin kendisini tüketecek.
Çünkü her partide aynı tablo var:
Bir yanda halktan kopmuş yöneticiler, öte yanda hâlâ inançla bir şeyler yapmaya çalışan birkaç idealist.
Biri yorgun, biri korkak, biri umutsuz…
Ama hepsi aynı gemide.
Ve o gemi, dalgalar arasında yönünü kaybetmiş durumda.
Kaptan değişiyor ama pusula bozuk.
Rüzgar hep aynı yerden esiyor: menfaatin rüzgârı.
Belki de siyasetin yeniden dirilmesi için büyük nutuklara değil, küçük insan hikâyelerine ihtiyacımız var.
Bir köy okuluna soba gönderen, bir hastanın elini tutan, bir gencin gözündeki umudu gören siyasetçilere…
Siyaset dediğin şey, büyük laflarla değil, küçük iyiliklerle yürür.
Ama ne yazık ki biz büyük laflarda boğulup, küçük insanları kaybettik.
Hülasa efendiler,
Bu ülkede siyaset değişmez belki ama siyasetçinin kalbi değişirse umut yeniden yeşerir.
Biraz vicdan, biraz karakter, biraz da dava şuuru…
Gerisini zaman halleder.
Çünkü siyasetin A’sı da, B’si de, C’si de değişir ama insanın özü değişmedikçe umut tükenmez.