Memur ve işçi emeklileri arasında dengesizlik oldukça fazla, bu da bir gerçek. Çeşitli kurumlardan, iş farklılığından ve süre bakımından kaynaklanan farklı birçok emekli aylığı söz konusu. 15 bin alan emekli var, 50 bin alanı var, 100-150 bin emekli maaşı alanı var. Arada uçurum çok; bu nedenle ciddi bir adaletsizlik söz konusu diyebiliriz.
Dün durakta otobüs bekliyordum, engelli ve yaşlı bir amca yanıma gelip oturdu. Hasbihal ettik. Felç geçirmiş, zor yürüyor; kendisine yardım da ettik. Bir dokunduk bin ah işittik. Konu emekli maaşına gelince iş değişti. Hanımı sağ, evi de kendi eviymiş… Ama emekli maaşı gündeme gelince amcam devlet ve hükümet düşmanı olup çıkıverdi. Baktım, konuşup tartışmaya değmez; kendisinin ücretsiz otobüse binip inmesine yardımcı oldum.
Amcam haklı mı, haksız mı bilmem ama emekli maaşı sıkıntısı doğru. Ben birinci dereceden emekli bir öğretmenim; bir yakınım da teknik eleman olarak çalışıp işçi emeklisi. O, tam benim iki katı emekli maaşı alıyor. Bunda bir yanlışlık, adaletsizlik yok mudur?
Tamam, ben buna rağmen devletime küskün değilim; birileri gibi devlet adamlarına sövüp sayan, atıp tutan nankör de değilim. Ama ciddi bir maaş adaletsizliği var, bunu da ifade etmek istiyorum.
Gelelim dedenin durumuna: eşi ve kendisi sağ, evi kendi evi, arabasını bilmiyorum. Bu maaşla geçinebilir mi? Ona da bir şey diyemeyeceğim. Ancak genel durum üzerine diyeceğim çok şey var.
Bir de bizim çocukluğumuzu gözden geçirdim. Evimiz de yoktu, arabamız da yoktu, durumlarımız da çok sıkıntılıydı… Ama şikayetçi değildik; devlete ve devlet adamlarına küfreden insanlarda değildik. Şükür vardı, hamd vardı; devlete ve devlet adamlarına dua eden dedelerimiz, babalarımız vardı.
Köy yerindeydik: Aşağı yukarı tüm ihtiyaçlarını kendi karşılayan bir aileydik ve evde maaş alan bireyimiz de yoktu. Rahmetli dedem Yemen gazisi olduğu halde gazilik maaşını reddeden bir kişiydi ve biz onu bu konuda hiç tenkit etmemiştik.
Ama şimdi maaşlarımız var, evlerimiz, arabalarımız var, elhamdülillah… Fakat mutlu değiliz. Hamd etmiyoruz, şükretmiyoruz ve tasarruf hiç yapmıyoruz. İsrafçıyız; affedin, nankörüz. Var olanla kanaat etme diye bir derdimiz yok. Lüks yaşıyoruz, şaşaya önem veriyoruz ve “el görsün” diye yaşıyoruz. “El ne der” sözünden de çok korkuyoruz.
Söylenecek söz çok ama tasarruf diye bir derdimiz yok. Allah’a şükretmek varken nankörlük edip devlete, millete ve devlet adamlarına veryansın etmeyi şiar edinmişiz. Dünü unutup, bugün var olan her şeyi inkar ediyoruz. Adaletsizliklere bir şey diyemem ama bu adaletsiz düzen adalete muhtaç. Ancak bizim de verilen nimetlere, var olan tüm imkânlara şükredip mutlu yaşamayı tercih etmemiz gerekmez mi?
Sizce de bunu hak etmiyor muyuz? Bir evinin geçimini sağlayamayan adam, 85 milyonluk insanların geçimini sağlamaya çalışan insanları tenkit ediyor! Hayat sizin, söz sizin; ne diyelim!..