“Travmasız İnsan Kaldı mı?”

Abone Ol

“Travma diye diye ruh sağlığımızı değil, kelimenin kendisini tüketiyoruz.”
Son zamanlarda fark ettiniz mi, “travma” kelimesi neredeyse tuz gibi her yere serpilir oldu.
Bir sohbet mi açıldı, iki dakika içinde “Benim de travmam var” cümlesi düşüyor ortaya.
Tıpkı modası geçmiş bir şarkının nakaratı gibi, tekrar tekrar, bıkmadan, usanmadan…
Eskiden “Ne iş yapıyorsun?” diye sorulurdu, şimdi neredeyse “Hangi travmaların var?” diye sorulacak.
Oysa bazı kavramların içi boşaltılmamalı, bir ağırlığı olmalıydı.
“Travma” da bunlardan biri.
Ama o kadar çok ve kolay kullanılmaya başlandı ki, kelimenin değeri neredeyse buharlaştı.
Hiç mi travması olmayan yok? Hepimiz mi Travmalıyız? Sade, sorunsuz bir insan yok mu aramızda?
Hiç mi tetiklenmeyen, dümdüz bir hayat yaşayan bir insan kalmadı?
Yoksa “normal” dediğimiz şey artık tarih kitaplarında mı kaldı?
Bir de işin mağduriyet pazarı var.
Sanki hepimizin anne babası kötüydü, hepimiz kurbandık.
Kimi insanlar, kendisiyle yüzleşmek yerine “travma”yı sihirli bir kalkan gibi kullanıyor:
“Bunu yaptım çünkü travmam var.”
Tamam da… İyi de kötü de olsa, insanın bir aklı var, değil mi?
Kur’an-ı Kerim, “Akletmez misiniz?” der.
İnsana verilen bu akıl, kaderin yükünü hafifletmek, kendini geliştirmek, şansını değerlendirmek için değil mi?
Şunu da kabul edelim: Bu travma furyasında terapistlerin bir kısmının, sosyal medyanın ve hatta pop müziğin bile payı var.
Şarkılar bile “Sen beni üzdün, o yüzden böyle oldum” nakaratıyla dönüyor.
Halbuki hayat, üzüntüleri kataloglamak için değil, onlardan öğrenmek için var.
Evet, travmayı taşımak kader olabilir ama içinde yaşamak bir tercih.
Herkesin yarası var; fark, kimin pansuman yaptığı.
Yaranı göstererek değil, sararak güçlenirsin.
Travma seni tanımlar ama yönetmez; onu yöneten sensin.
Belki de bizim asıl travmamız, cennetten kovulmakla başladı.
İlk insanın yaşadığı kayıp, genetik miras gibi nesilden nesile geçti.
O yüzden topluca “düşmüş, travmatik” bir ruh halindeyiz.
Ama madem cennetten kovulduk, bari dünyayı biraz güzelleştirelim, değil mi?
Yoksa bu gezegeni de “travmatik anılar” defterine mi ekleyeceğiz?
“Travmalarımızı sırtımızdaki yükler gibi taşıyoruz, gittiğimiz her yere de götürüyoruz. Yetmez mi bu kadar hamallık?
Yüklerimizden kurtulmanın zamanı gelmedi mi?”