Türkiye’de muhalefet kavramı, tarih boyunca farklı dönemlerde farklı anlamlar taşımıştır. Kimi zaman muhalefet yapmak neredeyse imkânsız hâle gelmiş, kimi zaman oldukça zorlaşmış, kimi zaman ise daha rahat bir zeminde varlık gösterebilmiştir. Bu süreçler çoğu zaman dönemin siyasal ve toplumsal şartlarıyla doğrudan bağlantılı olmuştur.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında muhalif bir hareketin ortaya çıkması kolay olmamış, çok partili hayata geçişle birlikte siyasal çeşitlilik artmıştır. Ancak bu dönemlerde dahi muhalefet, çeşitli sınırlar içinde varlık gösterebilmiştir. Zamanla iktidar ve muhalefet rolleri değişmiş, partiler farklı dönemlerde bu görevleri üstlenmiştir.
Oysa muhalefetin en temel görevi yalnızca eleştirmek değil; iktidarı denetlemek, gerektiğinde uyarmak ve daha iyisi için yol göstermektir. Eleştiri, demokratik sistemin vazgeçilmez bir parçasıdır ancak dozunda ve yapıcı olduğunda gerçek anlamını bulur. Günümüzde ise yer yer bu dengenin zorlandığını, eleştirinin zaman zaman yapıcılıktan uzaklaştığını görmek mümkündür.
Aslında toplum olarak bizi bir arada tutan çok güçlü bağlara sahibiz. Aynı bayrak altında, aynı vatan toprağında yaşamanın bilinciyle hareket ettiğimizde pek çok zorluğun üstesinden birlikte gelebiliyoruz. Özellikle kriz anlarında gösterdiğimiz dayanışma ruhu, bu toprakların en kıymetli özelliklerinden biridir.
Son yıllarda savunma sanayii, teknoloji ve üretim alanlarında önemli gelişmeler kaydedildiği de bir gerçektir. Yerli üretim imkânlarının artması, yeni teknolojilerin geliştirilmesi ve uluslararası alanda rekabet edebilir bir noktaya gelinmesi küçümsenecek bir başarı değildir. Bu gelişmeler, farklı siyasi görüşlere sahip insanlar tarafından bile ortak bir gurur kaynağı olarak görülebilir.
Elbette her konuda eleştirilecek noktalar vardır ve olacaktır. Ancak eleştiri ile tamamen yok sayma arasındaki ince çizgiyi koruyabilmek de bir o kadar önemlidir. Çünkü devletler kalıcıdır; iktidarlar ve kişiler ise geçicidir. Bugün yönetenler değişebilir fakat geriye kalan, ülkenin kazanımları ve toplumsal hafızasıdır.
Türkiye, bugün geçmişe kıyasla çok daha büyük imkânlara sahiptir. Dünyanın önde gelen ülkeleriyle birçok alanda yarışabilir seviyeye gelmesi, güçlü bir inanç, azim ve uzun soluklu bir emeğin sonucudur. Bu tabloyu değerlendirirken, farklılıklarımızı bir ayrılık nedeni değil; bir zenginlik olarak görebildiğimiz ölçüde daha sağlıklı bir geleceğe yürüyebiliriz.
Belki de asıl sorumuz şu olmalı: Aynı ülkeye, aynı geleceğe inanırken neden ortak duygularda buluşmakta zorlanıyoruz? Cevabı ise yine bizlerin tutumunda, bakış açısında ve birbirimizi anlama çabasında saklı.
Ve belki de zaman zaman kendimize dönüp şu soruyu sormakta fayda var: Eleştirdiğimiz kadar yapıcı olmayı da başarabiliyor muyuz?