Haftanın ilk günü… İnsan içinden sağlık, bereket, huzur dilemek istiyor ama memleketin havası insanın yüzüne tokat gibi çarpıyor. Gerginlikler bitmiyor. Kutuplaşmalar sanki her hanenin kapısına bir çivi daha çakıyor. O yüzden bugün en baştan söyleyeyim: Yozgat’a sakinlik, sağduyu ve dirayet diliyorum.
Bu şehir yokluklar gördü, yoksulluklar yaşadı; Anadolu’nun kadimliğini taşıdı ama kendi içinde hep ateşle imtihan edildi. Bir tarafında en solun marjinal sesi duyuldu, öte tarafında en sert milliyetçi damar kendini gösterdi.
Yozgat ilginç bir şehir… Sanki Türkiye’nin sigortası.
Ne ararsan var; fikir de var, duygu da var, kavga da var, sevda da var.
Afrika’nın zengin ama fakir yaşayan ülkelerini bilirsiniz. Yeraltı hazineleri var, insan potansiyeli var; fakat kıyılarının bereketinden bile yararlanamazlar. Çünkü iç çekişme, dış manipülasyon ve yanlış yönetimler kader gibi üzerlerine çökmüştür. Birileri kıtalar ötesinden gelir zenginliklerini sömürür, fakirliği yaşamak ise onlar için bir kader (!) dir.
Bazen Yozgat’ı da o ülkelere benzetiyorum, zengin ama fakirleşmiş; potansiyeli çok ama tüketilmiş; fırsatları var ama birbirini yiyen bir şehir.
Geçtiğimiz hafta belediye meclisinde yaşanan gerginlik de bunun küçük bir özeti gibi. AK Parti ile MHP’li meclis üyeleri ve Yeniden Refah Partili Belediye Başkanı arasında alevlenen tartışma sadece bir “sebep”ten ibaret. Asıl mesele sebep değil, şehir olarak geldiğimiz nokta. Bir taraf, “Belediye meclis kararıyla yürüsün” diyor; öbür taraf, “İşi yavaşlatıyorlar” diye çıkışıyor. Gerginlik büyüdükçe büyüyor, kutuplaşma derinleştikçe derinleşiyor.
Ben kim haklı, kim haksız diye bir tartıya girmek istemiyorum. Çünkü mesele şahıslar değil; kaybeden Yozgat.
Bugün sesimi biraz yükselterek söylemek istiyorum:
Elimizde kalan Yozgat’ı birbirimize kırdırarak daha da küçültmeyelim.
Bu şehrin artık kavga edecek, kutuplaşacak, birbirine omuz atacak bir günü bile kalmadı.
Daha dün aynı salonlarda omuz omuza olan insanlar, bugün nasıl bu kadar uzaklaştı? Aynı partinin çatısı altında siyaset yapanlar birkaç yıl sonra nasıl karşı cephelerde saf tutar oldu?
Siyaset rekabet ister, tartışma ister. Elbette olacak. Ama mecliste bağırmak, meydanda kavga etmek, birbirine parmak sallamak… Bunlar ne Yozgat’a yakışır ne insanımıza.
Rahmetli Süleyman Demirel’in bir sözü vardır:
“Siyasette kavga, milletin sıkıntısını artırır; çözüm değil yük üretir.”
Bugün tam da bu noktadayız.
Bir fıkra var konumuzu da özetleyen bilirsiniz:
Bir köyde iki komşu yıllarca kavga edermiş. Aynı çeşmeden su içer, aynı tarladan geçerlermiş ama birbirlerine selam vermezlermiş. Bir gün köyün yaşlı bilgesi yanlarına gitmiş ve demiş ki:
Sizin kavgalarınızı duymayan kalmadı. Ama merak ettiğim şu: Bunca kavga sonunda kazandığınız nedir?
Adamların biri başını eğmiş, “Hiçbir şey” demiş.
Bilge cevap vermiş:
O zaman kaybettikleriniz, kazandıklarınızdan çoktur. Çünkü hiçbir şey için kavga eden, her şeyini kaybeder.
Bugün belediye meclisindeki görüntülere bakınca aklıma tam bu geliyor: Hiçbir şey için her şeyi kaybetmek…
Bu şehir yıllarını tükettirdi. Nesillerini kopardı. Göçle savruldu, hizmette geri kaldı. Hep aynı tas, aynı hamam.
Ama hala dönme şansımız var.
Hala ortak aklı mümkün kılacak bir kapı aralık duruyor.
Buradan tüm siyasilere, meclis üyelerine, parti yöneticilerine bir çağrım var:
Bu şehrin kaderi kavgaya değil, dirayetli birliğe muhtaç.
Bugün kavga ederek gündem olabilirsiniz ama yarın bu şehrin çocuklarına miras bırakacağınız yara hiçbir makamla kapanmaz.
Yozgat bu değil.
Bu şehir, çatışmanın değil; vefanın, kardeşliğin, sözün, duruşun şehridir.
Şimdi mesele şu, Biz bu zenginliğin neresindeyiz?
Kısacası, Yozgat’ın kaderi artık siyasetçilerin değil, siyasetçilerin aklına yön veren millet vicdanının elinde.
Ve millet diyor ki:
“Yeter artık. Kavgayı değil, hizmeti görün.”
Dileyelim ki duyan çok, anlamak isteyen daha çok olsun.
Lütfen, çocuklarımızın kaderine bir kara leke daha bırakmayın!
Zaman affetse, tarih affetse, Allah affetmez!
Bunların hiç biri umurunuzda değilse yakın Yozgat’ı gitsin…