Gecekondu evimizde kalırken Gumüş Bibi diye bir komşumuz vardı. Edasından işvesine, şivesinden ses tonuna, üslubundan asbabına tam orijinal Yozgatlıydı. Hep yerel deyimlerle konuşur, yöresel giyinir, gastronomimizden şaşmazdı. Kimseyi takmaz, modaya uymaz, lafını çekmez, ağa-paşa, amir-memur sallamaz, köyü ve kültürünü olduğu gibi Başkentte yaşardı.
Onun ömrüne bir o kadar ömür ekleseniz, en saygın eğitim kurumlarında uyum ve adaptasyon seminerleri verseniz, Avrupa’da, Amerika’da dünyanın en seçkin üniversitelerinde derslere katsanız, alanında en donanımlı uzmanlardan akademik seanslar aldırsanız, yüreğinde granitleşmiş kırsal kültürün dirhemini değiştiremezsiniz.
Yav ben nasıl anlatayım o pırlanta meleği. Beden tarzı, ağız dili, rahat oturuşu, hakim duruşu, tatlı-sert kızması, gülmesi, ağlaması, bağırması, çağırması nasıl tarif edilir bilmiyorum ki.
Hepinizin unuttuğu Orta Anadolu ağzı ve memleket yüreğini tam orijinal reflekslerle öyle sempati katkılı konuşurdu ki, şimdi hayatta olsa dinlerken inanın dizinin dibinden ayrılamazdınız.
Nur içinde uyusun, maalesef benimle küs gitti Cennete. İşte o küslük nedenimiz
Mahallede en çok beni severdi. En has misafirimizdi. Onu evimizde görmediğimiz gün huzursuz olur, gider hatırını sorardık. Sadece bizim mi, tüm mahallenin sevgilisiydi.
Bir akşam işten geldiğimde birkaç hanımla bizde çay içiyorlardı. Neşe ve sevinçle;
- Hoş geldin Hanlar Hanı, Sultanlar Sultanı, meleklerin en güzeli..
- Hoşgordük Lifat Efendi, hatırın varossun yavrım. Aha biz geliyoh, siz bize heç gelmiyonuz..
- Teessüf ederim Gümüş Bibim, O ne demâmiş bizde geliyoh ya gurban olduğum…
Tam çayı ağzına götürüyordu, duraksadı. Suratı kaskatı ve kırk kat oldu. Kızardı, bozardı. Belli ki “Teessüf ederim” lafını yanlış anlamıştı. Elindeki çay bardağını sertçe masaya vurdu ve ;
- Beri bah, o ne ediyosan benim uşahlarda sana etsin emi.. Hele kafire bah, utanmıyon da donuz şikirsiz…..
Gülmekten açıklama bile yapamıyordum. Hışımla kalktı ve gidiş o gidiş...
Yeryüzündeki tüm yağları yaktım, gul oldum, gurban oldum, yok.. Teessüf Ederim lafını küfür anladığı için gözündeki tüm sempatim, tüm kıymetim bitmişti. Elbetteki suç bendeydi. Ula norecean elin Farsi, Arabi, entel-dantel laflarını getirip, gönül dili Türkçe’ye helede yürek dili Yozgat şivesine garışdırıyon. Teessüfde ne demâmiş le dealmi.?.
O günden sonra Cennet Mekan Gümüş Bibim, beni her gördüğü yerde kaşlarını çatıp, nefret dolu gözleriyle homurdanarak izler, “Böyüğüne soöyen gomülüs kâfir”, “Hatır bilmez Papaz”, “Donuz Şikirsiz” gibi ha bire kahıç kahardı.
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Rıfat Çakır
O Ne Ediyosan, Benim Uşahlarda Sana Etsin
Gecekondu evimizde kalırken Gumüş Bibi diye bir komşumuz vardı. Edasından işvesine, şivesinden ses tonuna, üslubundan asbabına tam orijinal Yozgatlıydı. Hep yerel deyimlerle konuşur, yöresel giyinir, gastronomimizden şaşmazdı. Kimseyi takmaz, modaya uymaz, lafını çekmez, ağa-paşa, amir-memur sallamaz, köyü ve kültürünü olduğu gibi Başkentte yaşardı.
Onun ömrüne bir o kadar ömür ekleseniz, en saygın eğitim kurumlarında uyum ve adaptasyon seminerleri verseniz, Avrupa’da, Amerika’da dünyanın en seçkin üniversitelerinde derslere katsanız, alanında en donanımlı uzmanlardan akademik seanslar aldırsanız, yüreğinde granitleşmiş kırsal kültürün dirhemini değiştiremezsiniz.
Yav ben nasıl anlatayım o pırlanta meleği. Beden tarzı, ağız dili, rahat oturuşu, hakim duruşu, tatlı-sert kızması, gülmesi, ağlaması, bağırması, çağırması nasıl tarif edilir bilmiyorum ki.
Hepinizin unuttuğu Orta Anadolu ağzı ve memleket yüreğini tam orijinal reflekslerle öyle sempati katkılı konuşurdu ki, şimdi hayatta olsa dinlerken inanın dizinin dibinden ayrılamazdınız.
Nur içinde uyusun, maalesef benimle küs gitti Cennete. İşte o küslük nedenimiz
Mahallede en çok beni severdi. En has misafirimizdi. Onu evimizde görmediğimiz gün huzursuz olur, gider hatırını sorardık. Sadece bizim mi, tüm mahallenin sevgilisiydi.
Bir akşam işten geldiğimde birkaç hanımla bizde çay içiyorlardı. Neşe ve sevinçle;
- Hoş geldin Hanlar Hanı, Sultanlar Sultanı, meleklerin en güzeli..
- Hoşgordük Lifat Efendi, hatırın varossun yavrım. Aha biz geliyoh, siz bize heç gelmiyonuz..
- Teessüf ederim Gümüş Bibim, O ne demâmiş bizde geliyoh ya gurban olduğum…
Tam çayı ağzına götürüyordu, duraksadı. Suratı kaskatı ve kırk kat oldu. Kızardı, bozardı. Belli ki “Teessüf ederim” lafını yanlış anlamıştı. Elindeki çay bardağını sertçe masaya vurdu ve ;
- Beri bah, o ne ediyosan benim uşahlarda sana etsin emi.. Hele kafire bah, utanmıyon da donuz şikirsiz…..
Gülmekten açıklama bile yapamıyordum. Hışımla kalktı ve gidiş o gidiş...
Yeryüzündeki tüm yağları yaktım, gul oldum, gurban oldum, yok.. Teessüf Ederim lafını küfür anladığı için gözündeki tüm sempatim, tüm kıymetim bitmişti. Elbetteki suç bendeydi. Ula norecean elin Farsi, Arabi, entel-dantel laflarını getirip, gönül dili Türkçe’ye helede yürek dili Yozgat şivesine garışdırıyon. Teessüfde ne demâmiş le dealmi.?.
O günden sonra Cennet Mekan Gümüş Bibim, beni her gördüğü yerde kaşlarını çatıp, nefret dolu gözleriyle homurdanarak izler, “Böyüğüne soöyen gomülüs kâfir”, “Hatır bilmez Papaz”, “Donuz Şikirsiz” gibi ha bire kahıç kahardı.