Ankara Garı’nda sabahın serinliği yüzüme vururken, hızlı trene binmeme henüz 45 dakika vardı.
Saat 06.30…
Kalabalığın içinde yalnızca bir yolcu değil, aynı zamanda bir gözlemci, bir Yozgat sevdalısı olarak bekliyordum. Otomobil çoğu zaman daha pratik olsa da, hızlı tren yolculukları insanı biraz daha dinlendiriyor. Rayların melodisi eşliğinde huzur buluyor, güvenle ilerliyor, en önemlisi de düşünmeye fırsat buluyorsunuz.
Mesleğimiz gereği çok düşünüyoruz. Çok irdeliyoruz. Çok dert ediyoruz. Ve çoğu zaman derdimiz dönüp dolaşıp aynı yere geliyor: Yozgat.
YOZGAT’I KUCAKLAMAK ZOR MU?
Asıl mesele şu: Yozgat’ı kucaklamak gerçekten bu kadar zor mu? Yozgat’ı parçalara bölmeden, ayrıştırmadan, ötekileştirmeden sahiplenmek bu kadar mı güç?
Bakıyoruz etrafımıza; siyaset güçlü, STK’lar güçlü, hatta ülke genelinde mevcudiyetimiz de güçlü. Ama iş vatandaşa geldiğinde, çoğu zaman bu gücü hissedemediğini söylüyor insanlar.
Sahi, neden?
Bir şehir için gücü; makamların büyüklüğü, koltukların yüksekliği, şehirlerde yoğunlaşmış kalabalıklar belirlemiyor. Bir şehrin gerçek gücü, bir avuç büyüklüğündeki yüreklerde saklı. O yürek, içine herkesi ayırt etmeden sığdırabiliyorsa işte asıl kucaklama budur.
Birileri çıkıp “Ben Yozgat’ı sahipleniyorum, ben Yozgat’ı kucaklıyorum” diyebilir. Ama samimiyet yüreğe işlemedikçe bunun hiçbir karşılığı yok.
Çünkü bu işin hakemi yalnızca Allah ve vatandaştır. Siz hangi görüntüyü verirseniz verin, hangi manzarayı çizerseniz çizin, vatandaş gönlünde sizin samimiyetinizi ölçer. Samimiyet varsa bağ kurar. Samimiyet yoksa, koca makamlar bile o bağı kurmaya yetmez.
Yozgat’ı kucaklamak için 10 katlı gökdelen gibi kollarınız olmasına gerek yok. Bir avuç büyüklüğündeki samimi yürek yeter de artar bile.
Hızlı trene binmeden önce gözüm Ankara’dan ufka takıldı. Biraz uzağa, biraz yükseğe, biraz kenara gittiğinizde manzarayı daha berrak görüyorsunuz. İşte Yozgat için de böyledir. İçindeyken fark edemediğiniz güzellikleri, özellikleri ve detayları dışarıdan bakınca çok daha iyi seçiyorsunuz.
Bana çocukluğumdan kalma bir hikayeyi hatırlattı. Köyümüzde yaşlı bir amca vardı. Herkes onu severdi çünkü herkese aynı gözle bakardı. Zenginle fakir, köylüyle şehirli onun nazarında birdi. Bir gün sordum: “Amca, bu sevgiyi nasıl sağlıyorsun?” Bana dedi ki:
“Evlat, koca şehirleri kucaklamak için kol lazım sanıyorlar. Halbuki küçük bir yürek, eğer adilse ve samimiyse, koskoca şehri içine alır.”
İşte bu söz, bugün hala kulaklarımda çınlıyor.
Bugün güçlü bir Yozgat’tan söz ediyorsak, bu gücün kaynağı ne siyasettir ne makamdır. Kaynağı, bir avuç büyüklüğündeki o yüreklerdir.
Yozgat, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçerken Anadolu’nun vicdanı olmuş bir şehirdir. O vicdanı ayakta tutan da ne saraylardır ne meclis kürsüleridir; halkın yürekleridir.
Bugün de değişen bir şey yok. Vatandaş, samimiyet gördüğünde sahipleniyor. Samimiyet görmediğinde ise koca koca yapıların gölgesinde üşüyor.
Şimdi bu satırları yazarken trenin kalkmasına dakikalar kaldı. Belki Yozgat’a varınca bu yazı birilerine mesaj olur.
Çünkü mesele çok basit: Yozgat’ı kucaklamak için büyük kollarınızın, büyük makamlarınızın olmasına gerek yok. Herkesi içine alabilecek kadar temiz, adil, samimi bir yürek hepsine bedeldir.
Ve unutmayalım: Yozgat’ı gerçekten kucaklayıp kucaklamadığımıza karar veren ne makamdır, ne de vitrin… Karar veren yalnızca vatandaşın gönlüdür.
Tabi o yürek sizde var ise…