Yeni haftaya biraz “koordinasyon” diyerek başlamak istiyorum.
Evet, şu meşhur “kurumlar arası koordinasyon” kavramı var ya, kulağa devlet ciddiyetiyle karışık bir düzen vaadi gibi gelir…
Ama gelin dürüst olalım: Yozgat’ta bu kelime sadece toplantı tutanaklarında kalıyor.
Bir zincir düşünün… Halkaları siyaset, bürokrasi, yerel yönetimler, STK’lar, basın kuruluşları ve vatandaş. Halkanın en tepesinde kim olması gerekir? Elbette vatandaş.
Ama Yozgat’ta tablo tam tersine dönmüş durumda.
Vatandaş hep en altta, hep en sonda.
Oysa bu zincir, en alt halkası kırıldığında hiçbir şeyin ayakta kalamayacağını fark edemiyor nedense.
Çekişme, sinme, sindirilme...
24 yıldır bu mesleğin içindeyim.
Her dönemi, her krizi, her “umutlu başlangıcı” gördüm. Ama değişmeyen bir şey var: çekişme.
Kimi zaman siyaset kurumları arasında, kimi zaman aynı partinin içinde, kimi zaman da kurumların kendi içinde...
Yani Yozgat’ta rekabet üretkenliğe dönüşemiyor; kavgaya, küskünlüğe, sessizliğe, bazen de “aman karışmayalım” sendromuna dönüşüyor.
Bir bürokrat, bir belediye başkanıyla aynı masada oturmak istemiyor.
Bir STK, diğerini görmezden geliyor.
Basın kuruluşları, aynı şehrin sesini büyütmek yerine, kimin haberi daha çok tık almış onun hesabını yapıyor.
Sonuç?
Koordinasyon değil, kaosun sessiz versiyonu.
STK’lar, sendikalar ve “rol” karmaşası
Bir de işin sivil kısmı var.
STK’lar ve sendikalar...
Kağıt üstünde Yozgat’ın nabzını tutacak, sorunlarını Ankara’ya taşıyacak kurumlar bunlar.
Ama çoğu zaman iç çekişmeler, temsil savaşları, koltuk hesapları yüzünden o misyonun da içi boşalıyor. İstisnaları var elbette, ama geneli düşündüğünüzde tablo acı.
Bir başkan “fotoğrafta olayım da gerisi önemli değil” noktasında, diğeri “önemli açıklama yaptım” diye kendi açıklamasını bile paylaşmaktan imtina ediyor.
Yani mesele fikir değil, figür olmuş.
Kaybettikçe kaybediyoruz
Peki tüm bu ayrışmaların, küskünlüklerin, hizipleşmelerin Yozgat’a ne faydası oluyor?
Hiçbir şey.
Tam aksine, kaybettikçe kaybediyoruz.
Genel devlet politikaları kapsamında gelen her yatırımın altına imza atan bir el varsa, emin olun hemen yanında o imzayı karalamaya çalışan başka bir el çıkıyor.
O yatırım bazen bürokratik engellere takılıyor, bazen müteahhit bataklarına saplanıyor.
Ve o büyük projeler, o büyük hayaller, “bitmek üzere” denilen cümlede hep bitiyor zaten.
Yozgat’ın son yıllardaki birçok kazanımı, yerel birlikteliğin değil, merkezi devlet politikalarının sonucu. Yani Ankara sahip çıkmasa, Yozgat kendi içinde birbirine küsken ayağa kalkamıyor.
Bir kıssa girelim hemen araya; “Üç köylü, bir ip, bir kuyu” hesabından…
Bir Anadolu fıkrasıdır bu; Üç köylü, kuyudaki kovayı çıkarmaya çalışır.
Biri çeker, diğeri “benim payım az olur” diye ipi bırakır.
Üçüncüsü “sen fazla çektin” diye inatlaşır.
Sonuçta kova kuyunun dibinde kalır.
İşte bizim koordinasyonumuzun samimi özeti budur. Kuyudan kovayı çıkaramadık, suya hasret kaldık. Sonra da susuzluğu birbirimize suç atarak gidermeye çalıştık.
Çözüm mü? Çok basit ama zor: el birliği
Bu şehirde her kurum kendi vitrininin tozunu almak yerine, şehrin aynasını silseydi, Yozgat bugün çok farklı olurdu. Birbirimizi ötekileştirmeden, hangi kurumdan, hangi partiden olursa olsun ortak bir zeminde buluşmak zorundayız. Çünkü bir şehrin büyümesi sadece binalarla değil, birlik duygusuyla olur.
Yozgat’ın asıl ihtiyacı yeni yollar, yeni binalar değil; birbirine omuz veren insanlar.
Kurumlar arası koordinasyon dediğimiz şey aslında bir kağıt plan değil; ortak aklın, samimiyetin ve memleket sevgisinin adıdır. Yeter ki birimiz çektiğinde, diğerimiz ipi bırakmasın.
O zaman Yozgat kuyudan çıkacak, hep birlikte su içeceğiz.
Not: Devlet çalışıyor, üretiyor, türetiyor: mevzu Yozgat’a gelinceye kadar ne oluyorsa oluyor!