Zihin emri verir, beden itaat eder: Nosebo tuzağı

Abone Ol

İnsan zihni, sanıldığından çok daha güçlü bir etkiye sahiptir. Düşünce zihinde kalmaz; bedene, davranışa ve kader algısına kadar uzanır. Tıpta ve psikolojide bunun adı nettir: Placebo ve Nosebo etkisi. Biri iyileştirir, diğeri hasta eder. İkisi de çoğu zaman ilacın kendisinden değil, inanıştan doğar. Negatif koşullanma denir. Zihin, tekrar edilen her düşünceyi gerçek kabul eder. Bir süre sonra kişi, başarısızlığını dış şartlara değil, kendi doğasına bağlar.
“Yapamazsın” dendiğinde duran, “zarar görürsün” dendiğinde hastalanan insan… Modern psikoloji buna öğrenilmiş çaresizlik der; kadim irfan ise “zan” der. İnsan, çoğu zaman gerçeği değil, inandığını yaşar. Placebo’nun şifa veren yüzünü biliyoruz: Etkisiz bir madde, iyileşeceğine inanan bedende iyilik hâli doğurur. Peki ya tersi? Nosebo tam burada devreye girer: “Bu bana zarar verir” dediğiniz anda, tedaviye cevap vermez, hatta zarar verir.
Bir ibretlik anlatı vardır: Bir buzhanede arıza olur, iki usta içeri girer. Kapı kapanır; kapı dışarıdan açılmaktadır. Çıkamayacaklarını anlayınca heyecanlanır, panik büyür, üşüdüklerini zannederler; birbirlerine sarılarak ısınmaya çalışırlar. Sabah kapı açıldığında iki usta da donarak ölmüştür. Oysa ölçümler 18 dereceyi göstermektedir. Üzerlerinde donarak ölmenin alametleri vardır. İncelemeler, fizyolojik bir soğuktan çok zihinsel bir felcin işlediğini gösterir: Nosebo etkisi. İnanç, bedeni öldürmüştür.
Psikolojide bu, negatif koşullanma ve yanlış programlanma ile açıklanır. Sürekli olumsuz telkin alan zihin, tehdidi gerçek kabul eder; stres hormonları yükselir, bağışıklık baskılanır, algı daralır. Sosyolojik düzlemde ise korku diliyle büyütülen toplumlar görülür: “Aman yapma, başına iş açarsın.” Toplumsal söylem, bireysel cesareti törpüler; riskten kaçınma, üretkenliği boğar. Böylece öğrenilmiş çaresizlik, kuşaktan kuşağa miras kalır.
Tasavvuf ise meseleyi daha kökten ele alır: “Zannın ne ise hâlin odur.” Kalp, niyetin tercümanıdır. “Var” dersen var; “yok” dersen yok olur. Bu, aklı ve bilimi reddetmek değildir; bilakis aklı, imanla hizalamaktır. Kadim öğreti, telkini dua ile; modern bilim, bilişsel yeniden yapılandırma ile anlatır. İkisi de aynı kapıya çıkar: Zihne verilen komut, bedenin yazgısını belirler.
Zihin neye inanırsa, beden ona göre şekillenir. Bu yüzden söze dikkat, düşünceye özen gerekir.
Tehlikeyi inkâr etmeyelim ama korkuyu kutsamayalım. Eleştirel düşünelim, bilgiyi doğrulayalım; fakat kendimize “yapabilirim” demekten vazgeçmeyelim. İnsan en çok kendi sözünden yaralanır ya da iyileşir. Bazen en güçlü ilaç doğru kurulan bir cümledir.
İnanç şifa da olur, zehir de; kararı zihin verir. Zihnin söylediği söz, bedenin kaderini belirler. Beyin ikna oldu mu, beden itiraz etmez. Şifa da hastalık da önce sözle başlar. Kendine ne dediğin, sana ne olacağını belirler.