Geçen haftaki kaldığımız yerden yazıma devam ediyorum.

Dördüncü kez taş kırma ünitesine girdim. Onda da taşım kırılmadı. Tekrar doktorumun yanına gittim. Sekreter hanım içeride hastalar var biraz bekle dedi. Bekledim, bekledim doktorun odasından çıkan hiçbir hasta yoktu. Kapıyı vurup içeri girdim. Doktor odasında masasında gazete okuyordu. Gazetesini bıraktı hoş geldin dedi. Filmime baktı. Tamam, seni ameliyata alacağız sen burda otur. Oğlun yukarıki bölümden randevu alsın. Haftaya çağırırız seni ameliyat yaparız dedi. Oğlum Yasin Hoca doktorun dediği yere gitti, ismimi yazdırdı. Onlar da biz sizi haftaya çağırırız dediler. Yasin Hoca benim yeşil doğan slx taksimle beni devamlı götürüp getirdi.

Aradan 6-7 ay geçti. Beni ne çağıran vardı ne de bir şey vardı. Eşim Yozgat’taki ünlü bir cerraha danışalım o ameliyat yaparsa ona yaptıralım dedi. Yozgat’taki bu cerrahi doktorun yanına gittik, durumumuzu anlattık. Bu da telefon açıp Sorgun’daki yeğeni üroloji doktoruna durumu anlattı. O da iyi ki ona ameliyat olmamış, sakın ona bir daha gitmesin o ameliyat yapamaz dedi. Bizi 100. Yıl Hastanesi’ne Ankara’ya gitmemizi söyledi. 13.10.2010 tarihinde 100. Yıl Hastanesi’ne Profesör Remzi Sağlam’ ın dairesine gittik. Ona filmlerimizi gösterdik. Operatör Dr. N. Zafer Tokatlı ile beraber filmlerimizi inceledi. Madem Sorgun’daki meslektaşım sizleri bana göndermiş, ben de gereken en iyi ilgiyi sizlere göstereceğim dedi. Beni renkli ilaç filmi çekme ünitesine gönderdi. Burda çok aksi ters bir sağlıkçı ile karşılaştım. Benden evvelki hasta bir kadına ters davranmış azarlamış, onun sahipleri de bu sağlıkçıya bağırıp çağırmışlar rezil etmişler. Aralarında kavga çıkmış, bunun hırsını benden çıkartmak istiyordu. Niye erken gelmedin bu vakitte kaldın? Bir de özel taksiyle gelmişin erken gelemez miydin? Bir de niye o kadar kalabalık olarak geldiniz gibi canını sıkacak bir sürü soru soruyordu. Sinirli bir şekilde koca şırıngayı hızlı bir şekilde damarıma zerk etti. Kötü oldum. Ne ki niye kötü oldun dedi. Ben de bu iğne yavaş yavaş vurulur böyle birden hızla vurulmaz dedim. Bu sefer korktu dışarı çıktı. Bu hastanın yakınları gelsin odama girsinler dedi. Bu sağlıkçıya canım o kadar sıkıldı ki anlatamam. Keşke profesör doktorum Remzi Sağlama şikâyet etseydim dedim. Ama ekmeği ile oynamayım dedim. Şikâyet etmedim.

Gerekli her türlü tetkikleri yaptırıp Profesörüm Remzi Sağlam’a getirip gösterdik. O da böbreğinde üç tane iri taş var bir tane taşında kanala inmiş onu tekrar böbreğin içine yiteceğiz. Lazerle taşlarını parçalayıp dışarı çıkaracağız. Sana endoskopi uygulayacağız dedi. Seni bugün hastaneye almayım git dinlen, yarın aç karnına gel, hiçbir şey yeme dedi.

Oğlum Yasin Hoca bizi aldı, Seyranbağları’ndaki akrabamız Osman Atılgan’ın evine götürdü. Sağ olsunlar ne zaman onların evine gitsek bize çok iyi hürmet ederler. O gün Osman Efendigil’de kaldık.

Sabah erken hastaneye geldik. Doktorum beni görünce yukarı çıkıp yorulma, hemen şu yeşil önlüğü giy, seni hemen ameliyata alalım dedi. Eşim şaşırdı. Daha odasına gitmeden yoldan seni çevirdi dedi.

Yeşil önlüğü giydirdiler, beni ameliyathaneye aldılar. Ameliyathanede teyipte bir müzik çalıyordu. Yahya Kemal Beyatlı’ nın Dönülmez Akşamın Ufkundayız. Vakit çok geç diye, tam ameliyatıma göre bir müzikti bu da bana moral oldu. Hiç hastanın yanında böyle bir müzik çalınır mı? Neyse beni ameliyat masasına yatırdılar. Kolumdan bir iğne yaptılar. İsmail Bey seni uyutuyoruz, sana hayırlı uykular dediler. Sonrasını hatırlamıyorum. Ameliyatım bitmiş bir ara ben bugün ameliyat olacaktım diye aklıma geldi. Biraz daha kendime gelince ben ameliyathanedeyim. Ameliyatım bitmiş dedim. Hıçkıra hıçkıra kendimi toparlamaya çalışıyordum. Zor nefes alıyordum. Allah Allah diye hıçkırıyordum. Hep bana bakıyorlardı. Beni hemşireler sedye araba ile odama getirdiler, yatırdılar. Bayağı hırpalanmıştım. Her yerim çok ağrıyordu. Betim benzim simsiyah olmuştu. Oğlum Yasin Hoca da kayınbiraderi Hüseyin’le birlikte ziyaretime gelmişlerdi. Üzerimde iki tane kan temizleme sondajı vardı. Ayrıyeten serum taktılar o vaziyette sabaha kadar yattım.

Sabah doktorum N. Zafer Tokatlı geldi. Beni muayene etti. Halımı hatırımı sordu. Ameliyattan çıkan taşları küçük kan tüpünün içine doldurmuş getirdi. Onları bana gösterdi. Bayağı taş varmış, hepsi lazerle yandığından simsiyah olmuştu. Doktorum her gün 3-4 litre su iç dedi. Kalp ameliyatımda bir damla su vermediler. Böbrek ameliyatımda 3-4 litre su mecburen içeceksin dediler. Benim su içmeyi canım hiç istemiyordu.

Bu vaziyette hastanede 3 gün kaldık. Kan temizleme sondajları kanın normale dönmesiyle çıkardılar. Beni tekrar röntgen filmine götürdüler, film çektiler. Çekilen filmimi bana ve eşime gösterdiler. İşte filmin taşın, maşın kalmadı tertemiz oldun haydi gözün aydın olsun dediler. İdrar yollarında eğrilik olduğu için sana tel taktık. 1-2 ay sonra gel telini çıkaralım dediler. Sağ olsun profesör doktorum Remzi Sağlam hocam Türkiye çapında bir numaralı doktormuş, başarılarına ait duvarda gazete resimleri vardı. Seni ameliyat edemeyen doktoruna söyle, beni Remzi Hocam ameliyat etti, kurtardı de dedi.

Bir iki ay sonra tekrar hastaneye gittim. Telimi aldırdım. Telimi almak çok zor oldu öyle bir acı çektim ki anlatılır gibi değil. Beynime balyozla vurulmuş gibi oldu.

Bugünkü anlatacaklarım bundan ibaret olup, haftaya başka bir makalede buluşmak üzere yazımı ilkokulda ezberlediğim Cahit Sıtkı Tarancı’nın Tren adlı bir şiiri ile bitiriyorum. Hepinize selamlar, sevgiler, saygılar…

TREN

Nereye bu gece vakti?

Güzel tren, garip tren

Düdüğün pek acı geldi

Hatıra neler getiren.

Çok mudur mendil sallamam;

Her yolcu az çok aşinam

Haydi, yolun açık olsun;

Geçtiğin köprüler sağlam,

Tüneller aydınlık olsun.