Sabah kalkıyorsun bismillah kelamıyla. Yataktan doğrulduğunda, o gün seni nelerin beklediğini, hangi duyguların gönlünü ziyaret edeceğini bilmiyorsun henüz. Yine yoğun geçecek bir gün senin için. Çocukları okula hazırlayıp kahvaltılarını yaptırıp okullarına göndermen gerekiyor. Sen de alelacele kahvaltını yapıp ortalığı şöyle bir toparladıktan sonra dualarla kapıdan çıkıyorsun. Kim bilir kaç sabahtır aynı şeyi yapıyorsun yıllardır, belki severek belki de mecburiyetten. İş yerine geliyorsun fakat aklın çocuklarda. Her aklına geldiğinde onlar için duanı geçiriyorsun gönlünden, “Ya Rabbi, sen esirge yavrularımızı.” diye.

Yavaş yavaş gün yükselirken gökyüzünde, sokaklar ve caddelerde hareketlilikle birlikte gürültü de artıyor etrafta. Hep koşturmaca hep bir telaş insanlarda. Kimi gülümseyerek, kimi asık suratla nasibinde olanı yaşamaya çalışıyor. Akşama kadar muhatap olduğun insanlara sen de o anki ruh halinle karşılık veriyorsun. Kimi zaman kadın çalışan olmanın zorluklarıyla karşılaşıyorsun üzülerek ve düşünüyorsun hâlâ toplum olarak neden alışamadık kadınların da iş hayatında olmasına diyorsun.

Saatler ilerlediğinde bedeninin iflası yavaş yavaş ortaya çıkarken, şimdilik dışarıdaki mesainin dolmasıyla derin bir nefes alıp, o günü kazasız belasız bitirmenin şükrünü dile getiriyorsun. Ve hızlı adımlarla ikinci mesainin başlayacağı yuvana doğru yol alıyorsun. O günkü görevin henüz tamamlanmadı. Belki de asıl görev başlıyor evine adımını atar atmaz. Yorgundun aslında, sabahtan akşama kadar iş yerinde çalışmıştın ama unutman gerekiyor bu yorgunluğu eve geldiğinde. Sabahtan yarım kalan işlerini toparlayıp birkaç kap yemek hazırlaman gerekiyor akşama. Çocuklar okuldan geldiler. Onlarla da ilgilenmen gerek. Günlerinin nasıl geçtiğini, o gün neler yaşadıklarını sorman ve anlatacakları sorunlarına birlikte bir çözüm yolları bulman gerekiyor. Ha bir de ödevlerinde zorlandıkları bölümlerde yardımcı olman. Malum, babaları bu görevi de sana vermişti “Ben sinirli bir adamım, dayanamaz kızarım çocuklara” diye!

Yemek faslından sonra sofrayı kaldırıp zamanının çoğunu geçirdiğin mutfağa geçiyorsun. En az bir saate yakın bu mecburî mekanında çalışıyorsun. Saat akşamın geç vakitleri. Oturmamalısın. Çay faslı, meyve faslı… Sonra tekrar mutfağına. Çocukların ödevlerini kontrol ettikten sonra yatırman gerekiyor onları. Saat baya geç olmuş. Hele şükür geçiyorsun salona, şöyle ayaklarını uzatıp, artık iflasını bağıra çağıra dile getiren bedenini dinlendirmek için. Bi yarım saat tabiri caizse ölü gibi uzanıyorsun kanepede. O yarım saatlik uzanma süresince de, o günkü tüm yaptıklarını kısa kısa kesitler halinde geçiriyorsun beyninden. Sen bir çalışan kadınsın ve tüm bu yoğun tempoya bedenin o gün de dayandığı için kendinle gurur duyuyorsun. Hayat arkadaşın, can yoldaşın, yuvanı paylaştığın eşinin sohbetine de eşlik ediyorsun kısa cümlelerle. Bu arada da aklından geçiriyorsun yine, “Keşke hayat gerçekten müşterek olsaydı” diye. Ama evlilikte bu cümlenin işlevselliğinin tam anlamıyla olmadığını üzülerek kabul ediyorsun. Bir ara hafta sonuna bırakıp da yapacağın işlerin listesi geliyor aklına. Temizlik, çamaşır, ütü, alışveriş vs..vs. Ve ertesi gün yine bir iş günü olması sebebiyle erken yatman gerektiğini hatırlayıp kalkıyorsun bitkin bir halde kanepeden…