Sinop’a gidiyorum dediğimde, neredeyse herkesin bana "Tarihi Sinop Kapalı Cezaevi’ni
mutlaka görmelisin" demesi dikkatimi çekmişti. Gerçekten de en çok zamanı burada
geçirdim. Üç yanı denizle çevrili bu ürpertici cezaevi, tarihi kale surlarının içine inşa edilmiş.
“Kuş bile uçurtmazlar” denilen bu yer, 1999’da kapatılmış ve 2000 yılında müzeye
dönüştürülmüş. Zincirli odada fotoğraf çektirirken bile insan o kalın zincirlerin ağırlığını
ruhunda hissediyor. O zincirlerde ne hatıralar saklıdır kim bilir...
Bu konuda tarihçilerin, hukukçuların daha fazla çalışması gerektiğini düşünüyorum.
Ünlü yazar Sabahattin Ali, “Duvar” adlı öyküsünde Sinop Cezaevi’ni şu sözlerle anlatmış:
“Uzun zamanlar deniz kenarında ve surlar içindeki bir hapishanede kaldım. Kalın duvarlara vuran suların sesi taş oralarda çınlar ve uzak yolculuklara çağırırdı.”
Ayrıca şu dizeler de cezaevini gezerken zihnimde yankılandı:
“Dışarda deli dalgalar / Gelir duvarları yalar / Seni bu sesler oyalar / Aldırma gönül, aldırma.”
   Evliya Çelebi’nin “kaçmanın olanaksız olduğu bir hapishane” dediği bu cezaevi, geçmişin izlerini anlamak ve hissetmek isteyenler için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir yer. Elbette Sinop’un lezzetlerini de unutmak mümkün değil. 
    Yediğimiz mezgit ve Sinop
mantısının tadı, damağımda iz bıraktı.
Bizi bu güzel şehre davet eden ve eşsiz misafirperverlikleriyle ağırlayan Sinop Üniversitesi
Rektörü Prof. Dr. Şakir Taşdemir hocama, hemşerim Dr. Öğretim Üyesi Serkan İşcan’a ve emeği geçen herkese gönülden teşekkür ederim.