Bazen bir oy pusulası, sadece bir tercih değil; yüzyıllık bir beklentidir.
Bir millet, sandık başında sadece mührü vurmaz; umutlarını da, kırgınlıklarını da vekiline teslim eder. İşte bu yüzden vekillik bir görev değil, bir emanettir.
Ama ne yazık ki, biz bu emaneti uzun süredir ya yanlış yere bırakıyoruz, ya da doğru kişilere versek bile onlara ulaşamıyoruz.
Yozgatlı'nın siyasete yüklediği anlamın, Anadolu’nun başka bir yerinde karşılığı yok.
Çapanoğlu’ndan Osman Bölükbaşı’nın meydan nutuklarına kadar uzanan bir siyasi damarımız var.
Ve yine de bugün, milletin vekili ile diyalog kurmakta zorlandığı illerden biri olarak görünüyoruz.
Diyalog kurmak, iş istemek, beklentiyi dile getirmek mi?
Soruyorum şimdi: Asil olan milletse, neden vekilin gölgesine sığınır hale geldi?
Cumhuriyetin ilk günlerinden bu yana, TBMM çatısı altında Yozgat adına görev yapmış 163 milletvekili var. Başka şehirlerde doğup büyüyüp "Ben Yozgatlıyım" diyen vekilleri de sayarsak sayı 200’ü buluyor.
Ama bugün dönüp baktığımızda, bu vekillerden kaç tanesinin ismi hafızamızda yer etmiş?
Kaçı köylünün çayına oturmuş, kaçı pazar yerinde halkla yan yana yürümüş?
Süleyman Demirel’in şu sözü geliyor akıllara:
“Tarlada izi olmayanın, harmanda yüzü olmaz.”
Milletin izini taşımayan, ona kulak asmayan vekilin; kürsüdeki nutukları, tabelalardaki pozları neye yarar?
Bugün bir ilçe meydanında rastgele on kişiye sorsanız, kendi vekilinin adını bilmeyenlerin oranı yüzde 60’ı geçer.
Bu yabancılaşma, sadece vekilin uzak kalmasıyla mı açıklanır?
Hayır.
Bu işin içinde milletin de kendi asilliğini unutması var. Vekilin karşısında “Aman efendim” diye eğilmek, taleplerini bir lütuf gibi sunmak, o ilişkide dengeyi bozmuş yıllar yılı.
Asil hakkını bilmezse, vekil de nerede olduğunu bilmez.
Meclis'teki sandalye, millete aittir.
Oraya oturan, halkı temsil eder ama ona hükmedemez. Oy vermek teslim olmak değildir; denetlemektir, yönlendirmektir, gerektiğinde hesap sormaktır.
Yozgat, tarih boyunca siyasetin kalburüstü isimlerini yetiştirmiş bir şehir. Fuat Necati Öncel’den Osman Coşkun’a, Cemil Çiçek’ten Bekir Bozdağ’a, Fuat Oktay’a kadar nice isim TBMM koridorlarında yürüdü.
Merhum Alparslan Türkeş derdi ki:
“Milletine hizmet eden, milletin efendisi olur.”
Ama bu sözün devamı da vardır: Millet de kendine hizmet edeni seçmeyi bilecek. Seçip kenara çekilmek, temsil yetkisini verir ama denetim sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.
Vekil vekil kalmazsa, asil de bir noktada susturulur.
Bugün geldiğimiz noktada, çözüm ne vekilde, ne asilde... Çözüm diyalogda, samimiyette, ortak akılda. Vekil, halkın dilini unutmamalı; Yozgat’ın meşhur “Çok konuşan az iş yapar” deyimini kulağında taşımalı. Asil de şunu bilmeli: Vekil halkın hizmetkârıdır, efendisi değil. Yozgatlı, artık sadece çay içen, açılış kurdelesi kesen, üç ayda bir ilçeye uğrayıp üç cümleyle gönül almaya çalışan vekil istemiyor. Tarla yolunun hesabını soran, gençlere iş, yaşlıya huzur, üreticiye destek talep eden bir bilinçle temsil istiyor.
Vekil, vekil gibi davranmazsa, asaleti çiğner. Asil de kendine güvenmez, susarsa… o zaman demokrasi değil, temsilin trajedisi başlar. Bunu düzeltmek bizim elimizde. Sandıkla başlayan ilişki, halkla sürdürülen bir temsil yolculuğu olmalı. Ve bu yolculukta kimsenin başı öne eğilmemeli.
Çünkü biz asiliz. Ve asaletimiz sadece oyda değil, sözde, tepki göstermede, yön göstermede saklı.
Vekil de bunu bildiği sürece, ne Meclis uzak olur ne Ankara.