Bir süredir evimizin içinde sessiz ama derin bir mücadele var. Hareketsizliğe bağlı rahatsızlıklar, fizik tedavinin zorlu parkurları, tekerlekli sandalye ile değişen bir yaşam ve koltuk değneklerinin ritmine uymaya çalışan bir baba… Bir evlat olarak ben bile onun yaşadığı zorluğun tam sınırına ulaşamıyorken, dışarıdaki binlerce engelli bireyin hangi duygularla güne başladığını nasıl anlayacağız?
Bazen düşünüyorum… Ben bile babamın yaşadıklarına her gün dokunmaya çalışırken, onun zihnindeki sessiz fırtınaları, sabırla sakladığı acıları, en basit hareket için verdiği mücadeleyi tam anlamıyla hissedemezken; sokakta gördüğümüz bir tekerlekli sandalye, bir baston ya da bir koltuk değneği bize ne anlatabilir ki? Biz ne kadar anlayabiliriz?
3 Aralık Dünya Engelliler Günü… Sosyal medyada paylaşılan grafikler, birkaç cümlelik iyi niyet mesajları, içinde empati olmayan hamasi nutuklar bana fazla sahte geliyor. Saygı duymak ayrı, içi dolmayan sözlerle görünür olmak ayrı… Çünkü “engelli olmak” bir güne sığmayacak kadar büyük bir imtihan.
Benim söylemek istediğim şu: Bugün özellikle yöneticilerimizin, karar alıcıların, kurumların ve en önemlisi “insanım” diyen herkesin engelli olmanın ne demek olduğunu hissetmesi gerekiyor. Biz, trafikte 10 dakika gecikince, hayalimiz gerçekleşmeyince, bir işimiz ters gidince “hayat çok zor” diyoruz. Oysa gerçek zorluk; oturduğunuz yerden kalkamamak, adım atamamak, elinizi kullanamamak, dengede duramamak, konuşamamak, hatta yutkunamamak…
Bir sabah uyanıyorsunuz ve vücudunuzun bir tarafı size ait değil. Kolunuz kalkmıyor, bacağınız adım atmıyor, yuttuğunuz bir damla su yolunu bulamıyor. “Engel” dediğimiz şey sadece bacakların, kolların tutmaması değil; hayatın tüm akışının bir anda değişmesi. Zorun zoru… İnsanın kendi bedenine yabancılaşması.
Niyetim moral bozmak değil. Sadece dertleşmek… Çünkü biz bu süreci bir süredir ailece yaşıyoruz. Babamın her küçük hareketine umut bağlayarak, her adımına şükrederek, her gelişmeyi sevinçle karşılayarak ilerliyoruz. Bu yol, sabrın ve merhametin en ağır sınavlarından biri.
Şunu fark ettim: İnsan, en yakını yaşamadan birçok şeyi gerçekten anlamıyor. Ben bugüne kadar duyarlı bir vatandaş olmaya çalıştım, merhametin hep en üst çizgisini hedefledim. Ama şimdi görüyorum ki; bir engelli bireyin yaşadıklarını gerçekten anlamak, sadece uzaktan bakarak olmuyor. Dokunmak, hissetmek, yanında olmak gerekiyor.
Bu yüzden küçük ama büyük bir ricam var:
Asansör önünde beklerken bir tekerlekli sandalyenin geçişine 30 saniye tahammül edemeyenler için…
Merdiven çıkmak daha kolayken asansörü işgal edenler için…
Kaldırımdaki engelli rampasına araba park edenler için…
Bastonuyla yürümeye çalışan birine yol vermeyenler için…
Lütfen bir kez olsun düşünün:
Bu dünyada sadece siz yoksunuz.
Bu şehir sadece size hizmet etmiyor.
Erişilebilirlik, saygı, empati bir lüks değil; insan olmanın gereğidir.
Engelli bireylerin hayata karışması, görünür olması, çalışma hayatında, sosyal hayatta, trafikte, hastanede, sırada, kısacası her yerde eşit bir yaşam sürmesi hepimizin görevidir.
Bugün bir günlüğüne değil, her gün…
Sadece sosyal medya cümleleriyle değil, davranışlarımızla…
Sözle değil, uygulamayla…
Engelli bireylerin yanında olalım.
3 Aralık Dünya Engelliler Günü’nü “kutlamıyorum”
Ama anlamak için bir vesile olmasını diliyorum.
Çünkü engel sadece bedende değil; kalplerde başladığında en yıkıcı hale geliyor.
Ve ben bugün babamın mücadelesine dokundukça şunu daha iyi anlıyorum:
Asıl engel merhametsizliktir. Asıl zorluk sevgisizliktir. Asıl sorun empati eksikliğidir.