‘İnsan inandığıdır’ sözüyle derin düşünsel ufuklara yelken açmamıza sebebiyet vermiş, ‘eğer inandığım şey isem inancım değiştiğinde bende değişir miyim’ türünden sorgusal yaklaşımlarla benlik üzerinde bizi uçsuz bucaksız yaklaşımlara götürmüş Rus edebiyatının altın çocuğu Anton Çehov’dan bahsetmek istiyorum biraz.
Bir sanatçı olarak Çehov özgün bir ekoldü. Mesaj verme kaygısına düşmeden yalnızca kendi gözlemlediği şeyler üzerine yazdı. Ne gördüyse ve nasıl gördüyse onu anlattı, vurgulanan şeyin kişilerden çok kişiler arasındaki ilişkilerin anlamını; entrika değil olanca ayrıntıları, karşıtlıkları, birbirini tutmazlıkları, hem güldüren hem acı veren yanları, sığlıkları ve derinlikleriyle yaşamın kendisini… Onu hayatlarımızın önemli bir bölümüne koymamızın sebebi de buydu sanırım. Çünkü anlattığı bizdik, dışarıda süregelen ‘gerçek yaşam’…
Çehov okumak insanlara ve gerçek hayata başka gözlerle bakma kabiliyeti kazandırır.Son derece basit insan ilişkileri Çehov sayesinde çok renkli gözükür.Eserleri, Nuri Bilge’nin deyimiyle hayata ‘Çehov Filtresi’yle bakma kabiliyeti bahşeder. Gözlemleriniz anlam kazanır, İnce detayları kıvrak bir şekilde ifade eder, asla bir ders verme amacı gütmez, bağışlama yeteneği çok kuvvetlidir. İyi ve kötü insan yoktur eserlerinde hayatı bir kader olarak kabulleniş vardır. Gözlem gücünü keskinleştirir okurunun. Daha şefkatli bir gözle bakabilme alışkanlığı kazandırır.
Yaşadığım şu zor günlerde bana en çok destek olanlardan biridir Çehov. Bugün onu ele almanın sebebi de buydu sanırım kendisiyle bir bağ kurduğuma inanıyorum, nedeni şu; Çehov karakterleri içlerinde gelecek umudu biriktirir, o an bir bardak çay içmenin hayalini kurar. Ve Çehov Moskova sokaklarında bir kafede ‘çay’ını içerken şunu yazar notlarına; ‘Size şunu söyleyeyim dostum, yaşamı anlamıyorum ben. Ondan korkuyorum da.Bilmiyorum, belki hasta, ruhsal dengesi bozulmuş bir insanım ben.Sağlığı yerinde, olağan bir insanın her şeyi anladığını, duyduğunu, gördüğünüsanır, gele gelelim ben yitirdim bu duyguyu, günden güne de korkuyla zehirliyorum kendimi.Boşluktan korkma hastalığıdır bu.Gördüğünüz gibi bende yaşamdn korkmak hastalığına yakalanmış durumdayım. Çimenlerin üzerinde yatarken, daha birgün önce dünyaya gelmiş, hiçbirşeyden haberi olmayan küçücük bir böceğe bakarken, bu hayvancağızın yaşamının baştan sona katı bir korku olduğunu düşünür, onda kendimi görürüm’
Velhasıl Çehov üzerine konuşulacak çok şey var. Ben yazımı daha fazla uzatmadan birkaç eser önerisi bırakıyorum sizlerle ;
-Vanya Dayı
-Bir taşralının öyküsü
-Doktor Çehov’dan öyküler
-Korkulu Gece
-Üç kızkardeş
-Köpeğiyle Dolaşan Kadın