Ronald David Laing'in ‘Yaşantının Politikası’ adlı eserindeki şu sözünü sık hatırlarım; "Bir zaman gelecek insanlar bugüne kadar görülmemiş ölçüde bir kıtlık yaşayacaklar; ve bu kıtlık ne sıvı kıtlığı olacak ne yiyecek kıtlığı olacak; bu kıtlık tanrının sözlerini işitme kıtlığı olacak."

“Tanrı’nın bizimle ne kastettiği” üzerine teemmül etmek, tefekkür etmek bir kenara; artık Tanrı’nın sözlerini duymaz olduk. (Not; duymak işitmeyi de ihtiva eden çok duygusal bir eylemdir)

Nietzsche “Tanrı öldü” diyordu çok haklı olarak. (tabi burada herif yanlış anlaşılıp kemikleri sızlamasın, yaşadığı yüzyıldaki “Tanrı anlayışının” gerçekliğini kaybettiğini vurguluyordu.) Tanrı’yı öldürmedik biz modern zamanlarda; O’nu görmezden geldik, önemsemedik, “adam yerine koymadık”; keşke öldürseydik! Çünkü öldürmek bu cümleden olarak O’nu varlık aleminde tanımak ve muhatap almak anlamına gelirdi. Biz bunu bile yapmadık!

“Tanrıyı şehre yeniden çağırmalıyız” yine sanırım Nietzsche’nin çığlığıydı bu. Çünkü aynı dönemlerde yaşamış Dostoyevski “Tanrı yoksa her şey mübahtır.” diyordu ve bu, korkunç bir anarşi ve başıbozukluğu çağrıştırıyordu. Aslında her şeyi Tanrı adına yaptığını söyleyen zevat açısından, Tanrı varsa da her şey mübah sayılabilirdi; Tanrı adına yapılan her şey otomatik olarak “meşru” sayılabilirdi zira. Tabi bu, bahsi diğerdir.

Yazımı buraya kadar okuduysanız bir fıkrayı hak ettiniz bence;). Temel son model bir araba alır, Karadeniz'de sürerken aşırı hız yapınca uçurumdan aşağı uçar. Son anda kendini dışarı atan Temel ince bir dala tutunmayı başarır. Aşağıya bakar sonu görünmeyen bir uçurum, yukarıya bakar çıkması mümkün değil...Başlar bağırmaya "Kimse yok mu?, Kimse yok mu?" Aradan biraz zaman geçer bir ses işitir; "Temel ben senin Tanrınım, bırak kendini aşağıya, ben seni aşağıda tutacağım." Temel aşağıya bakar gözü kesmez, yukarıya bakar çıkmanın imkanı yok. Başlar tekrar bağırmaya "başka kimse yok mu?"

Çoğumuz da Temel gibi, Tanrının sözlerini işitiyoruz ama itibar etmiyoruz Bence bu da iddia ettiğim Tanrı’yı görmezlikten gelmenin bir veçhesidir.

Bir Tarantino filminde geçer; İki genç Tanrı var mıdır yok mudur diye tartışırlarken, yaşlı bilge gençlere yaklaşır ve der ki; ‘önemli olan senin Tanrı’ya inanıp inanmaman değil, tanrının sana inanıp inanmamasıdır.’ Görmezlikten geldiğimiz, duymadığımız, hatta hatta sözüne kulak vermemek için kalabalıkların arasında kaybolduğumuz Tanrı, bize inanıyor mudur; ne dersiniz?

Abraham Joshua Heschel yazdığı ilk kitabına “Tanrı’yı arayan adam” adını veriyor. Sonra dinler tarihi, peygamberler tarihi okuyup bir aydınlanma yaşıyor ve, aslında biz Tanrı’yı ararken Tanrı’nın da iş yapacak adam aradığını fark ediyor. Bunun üzerine ikinci kitabına “Tanrının aradığı adam” adını veriyor. Tanrı’nın bize inanmasına ya da inanacağı insanı aramasına dair bir vurgu daha. “Tanrının aradığı adam” olmaklık, bu da bir kenarda dursun.


“Tanrı’nın duruşmasında soracağız; Bütün bunlara neden izin verdin? Cevap bir yankı olacak: Bütün bunlara neden izin verdin?” Bu cümle de beni oldum olası çok etkilemiştir. Çünkü ben Tanrı’nın insana insanla tecelli ettiğine inanıyorum; inanan ve Tanrı tarafından kendisine inanılan insanla.

Şehrin gürültüsü ve patırtısı içerisinde insanın kendi sesini özlediği, ama bu özlemi dahi hissedemeyecek kadar duyargalarının sağırlaştığı zamanlarda; kendi sesine, kendisine yabancılaşan modern insandan Tanrı’nın sesini duymasını beklemek ne beyhude.

Eski yazılarımdan bilirsiniz (bu arada memleketimin gazetesinde, bu mecrada yaklaşık bir yıl süreyle periyodik aralıklarla yazılar yazmıştım.) sözü yine motoruma getireceğim. Motorumun ilk adı “Kutsal ruh”tu; sonraları “Cango” demeyi tercih ettim O’na. Kutsal ruh; Hristiyan ve Yahudi teolojisinde Tanrı’nın tezahürü, Tanrı’nın mesajı, Tanrı’ya ulaştıran çağrı anlamlarına gelmektedir. Hakikate ulaşmak isteyen herkesin kendi meşrebince bir vasıtası vardır; ve dahi bu vasıta kişiyi, ancak kendi perspektifi ve gücü nispetinde hakikatin ancak küçük bir kısmına ulaştırabilir. Bunu bilahare konuşacağız...

Yani dostlar dünyanın curcunasının sesinin kısıldığı, yalnızca tabiatın gerçek seslerinin duyulduğu sessiz bir yerde, motorum Kutsal ruhla Tanrı’nın sözlerini duymak istedim hepsi bu. Önce kendi sesimizi, sonra Yaradan’ın sesini duyup idrak edebileceğimiz güzel zamanların hayaliyle…

Yazıdan sıkılmadıysanız ve buraya kadar okuma zahmetine katlandıysanız size 15.09.2023 tarihli gazetemizdeki “Tanrının sözleri” yazımı okumanızı da öneririm; anlam bütünlüğünü tamamlayan, ‘arayışıma’ dair bir yazı.