İnsanın insan olmaklığıyla başlayan, insan kalmaklığıyla devam eden ve çoğu zaman insan kalmaya çalışmasıyla yoğunlaşan ve yorulan bir süreçtir ömür. Her insanın iyi fıtrat üzere doğduğunu ve “kötü”yü sonradan iradesiyle ortaya koyduğunu kabul etmek insanın sorumluluk bilinciyle bağdaşır. Her insana iyi ve güzel kodlar yüklenmiştir ancak insan iradesiyle bunları büyütüp geliştirebileceği gibi ufaltıp küçültebilir, hatta yok edebilir de.
İnsan iradesi dışında olanların tam ortasına iradesiyle bırakılmıştır. Sahip olduğu bütün meziyetleri, yetenekleri açığa çıkartmak en başta kendisine karşı sorumluluğudur. Her insanın başına gelen ve ortasına bırakıldığı “iradesi dışında olan” şeyler başkadır. Her insanın iradesi ve yetenekleri de başkadır. Her insanın karakteri, merakları, heyecanları, duyguları da bambaşkadır. Bu kadar başka varlıkları tek parça düşünmek, tektipleştirmeye çalışmak insanın insana yaptığı en büyük kötülüktür belki de. Bunu sosyal ilişkilerimizde bizzat yaptığımız hatta dayattığımız gibi sistemsel olarak, cebretme gücünü haiz bir şekilde de yapabiliriz. Mesela eğitim sistemi, yani okul yani en ücra köyde de, şehrin göbeğinde de sosyal ve ekonomik olarak toplumun en altına da en üstüne de verilmek istenen hatta dayatılan müfredat bu aynılaştırmaya kapı aralayıp yanlış iliklenen ilk düğme mesabesine oturmuyor mu? Bunun eşitlikle ve eşit şartları sağlamakla açıklanabilir bir tarafı yoktur lütfen kendinizi yormayın.
İnsanın, hayvanın, bitkinin ve dolayısıyla tüm varlık aleminin aynılıktan uzak, farkının farkında olduğu ve farkını ortaya koyacak bir dünyayı hayal etmek ne kadar uzak geliyor bazen. Kendi gibi düşünmeyene dahi asgari müsamahayı gösteremeyen insan ırkı, bu tahammülsüzlüğüyle birlikte yaşama bilincini kaybedip kendi sonunu hazırladığının farkında değil mi? İnsan birlikte yaşar, insan birlikte yaşamak zorundadır; fakat birlikte yaşamanın özünde aynılaşmak yoktur, farklılıklara saygı vardır, müsamaha vardır.
Aynılaşmak, farklı özellikleri törpülemek, özgünlüğü yok saymak son derece sıradan bir dünya yaratmaz mı? Ve fikirler, düşünceler hep “öteki”ne göre değerli, ötekine göre özgün, ötekine göre tercih edilebilir değil midir? Yani fikrimizin kıymeti aslında yok etmeye, sesini kısmaya çalıştığımız ya da en masum tavrımızla görmezlikten geldiğimiz fikirlere muhtaç ve bağlıdır. Burada “Allah’tan başka yalvarıp- yakardıklarına sövmeyin, sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah’a söverler...” şeklindeki ilahi uyarıyı birlikte yaşama bilincinin temeli olarak okuyabileceğimiz gibi bu uyarıdan kendi saygınlığımız, kendi değerlerimiz için de; kendi fikrimizin, inancımızın geçerliliği için de “ötekine” saygı duymanın zaruret olduğunu anlayabiliriz.
İnsanın farkının farkına varabilmesi bunca aynının olduğu bir yerde akıntıya karşı kürek çekmek anlamına gelir. Bunca tahrifata rağmen ve bunca karşı çıkışa aldırmamak ya da bunlara göğüs germek bir mücadele biçimidir. Bu en başta içsel olarak farkında olmakla başlar. Hatırlarsınız “Buz devri” adlı animasyon filmde dişi mamut(Ellie) kendini keçeli sıçan sanıyor ve onlar(Crash ve Eddie) gibi hareket etmeye çalışıyordu ve haliyle komik duruna düşüyordu. Ne zaman kendi gölgesinin Manny’nin gölgesiyle aynı olduğunu gördü işte o zaman keçeli sıçan olmadığını farketti. Yani farkını farketti ve hayata bakışı değişti. Lütfen güneşi arkanıza alıp gölgelerinize bakın; herkesten farklı olduğunu göreceksiniz!
Farklılıklarımız, farklı fikir ve anlayışlarımız belki de tanrının bizimle ne kastettiğini bulabileceğimiz ipuçlarıdır. Ve bu kasıt, her insan tekinin içinde vardır. İşte onu açığa çıkaranlara gözlerimiz kamaşarak bakıyoruz.