Şu adamı alsak da yerine bostan korkuluğu da bizden olanı koysak!
Bu söz, siyasetle yoğrulmuş Anadolu coğrafyasının bugün geldiği noktayı özetliyor aslında.
Liyakati yok sayan, ehliyeti görmezden gelen, sadece "bizden olan"ı makama getiren anlayış, boynumuza geçirilmiş görünmez bir urgan gibi… Boğmuyor belki birden ama her gün biraz daha sıkıyor.Yozgat'tan başlayın, Edirne’ye, Hakkari’ye kadar gidin... Kamu kurumlarının kapısından içeri adım attığınızda tabelada yazan isimlerin bir kısmı ya ağabey kontenjanından ya da hatır gönül ilişkileriyle oradadır.
Bu düzenin adı açık ve nettir: Bizden olan gelsin de ehil olmasının önemi çok da… Rahmetli amcam, köyde bostana kazık çakarken şöyle derdi: "Oğul, kazığı eğri çakarsan ne salatalık düzgün büyür, ne domates yerinde durur." Bunu derdi ama kimseye de eğri kazık vermezdi. Çünkü bilirdi ki temeli eğri olan bir şeyin sonucu da eğri olur.
Bugün kamu yönetiminde olan da bu değil mi? Eğri kazıkla kurulmuş kadrolardan düzgün hizmet bekleniyor. Ve sonra neden olmuyor diye soruluyor. Oysa cevabı belli: Liyakatsizlik!
AK Parti, 20 yılı aşkın bir süredir Türkiye’yi yönetiyor. Bu süreçte bakanlar değişti, müdürler değişti, belediye başkanları değişti...
Ama değişmeyen tek şey, makamların sadece yakınlık ilişkisiyle dağıtılması oldu. Bir bakan gidiyor yerine yeni bir bakan geliyor, aynı gece tüm kadrolar değişiyor.
Adeta başka bir ülke gelmiş gibi muamele yapılıyor. Sanki öncekiler farklı partiden miş gibi…
Olabilir, ekip, ruh, bütünlük tamam da, ya işi öğrenmiş, ustalaşmış, ehil olmuş, ekip ruhuna katkı sağlayacak olanları da harmandan kaldırıyorsak. Ki, öyle de oluyor!
Yaşın yanında kurular, hatta kuruların yanında harmandan kalkmış AK Partilileri bile görmek mümkün.
Yozgat’ta belediyeler neden kaybedildi? Çünkü halk gördü ki, görevde olanlar sadece görevdeydiler, işin ehli değillerdi.
Seçilen adaylar partiye yakın olabilirlerdi, ama halkın gönlüne ne kadar yakındılar?
“İşi ehline verin” der Peygamber Efendimiz.
“Ateş düştüğü yeri yakar” der Yozgatlı.
“Bindiğin dalı kesme” der Anadolu.
Biz ise hem işi ehline vermiyoruz, hem ateşi görmezden geliyoruz, hem de oturduğumuz makamın dalını kesiyoruz. Sonra da milletin neden teveccüh göstermediğine şaşırıyoruz.
Sorun burada başlıyor. Bugün hangi kurumun başında kim var? O isim oraya hangi vasıfla geldi? Kaçı sorumluluğundaki kurumun mevcudiyetine hakim, hizmet verdiği milletin derdine derman olacak kadar sahayı tanıyor?
Yok… Maalesef yok.
İsimlerin arkasında Ankara'dan yazılan tavsiye mektupları, bilmem hangi vekilin referansı ya da bir büyüğün yönlendirmesi var. Hal böyle olunca da liyakat rafa kalkıyor, kağıt üzerindeki özgeçmişlerin altı boş kalıyor. Yönlendirme, siyasi otoritenin referansı bir ülke gerçeği, bundan kaçış yok, itiraz da yok! Lakin vasıfsız insanların neden olduğu kazalar yetmez mi?
Bir belediye başkanı makamına oturuyor, koltuğuna oturmadan makam aracının modelini değiştiriyor.
Bir müdür atanıyor, ilk iş olarak odasını yeniliyor. Lüks makam odaları, gereksiz harcamalar, israf düzeni... Tüm bunlar yapılırken kimse demiyor ki: Bu paralar kimin?
Yozgatlı bilir: “Devletin malı deniz değil, yetimin hakkıdır.” Ama sorsanız herkes yerli, herkes bizden. Burada kimse yerli düşmanlığı yapmıyor, ama "bizden olan" demek liyakatsizliğe göz yummak değildir. Eğer bizden olan bir isim gerçekten ehilse, elbette ki başımızın tacı. Ama sadece bir parti mensubiyetine veya aile bağına bakarak, kamunun en önemli noktalarına adam yerleştirmek; sadece o kurumu değil, halkın güvenini de çökertiyor.
Son yerel seçimlerde AK Parti’nin Yozgat’ta birçok belediyeyi kaybetmesi, halkın sessiz tepkisidir. Bu tepkinin hedefi parti değil, uygulanan yanlış kadro politikalarıdır. Halk artık sadece partili değil, gerçekten iş yapacak insan istiyor.
Sorulması gereken soru şu: Bugün belediye başkanlığı kaybedenlerden kaçı hesap verdi? Hangi başarısız yönetici sorgulandı? Hangi liyakatsiz atama iptal edildi?
Yozgatlı biliyor: "Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol üstünden geçer." Şimdi o yolun düzgün çizilme vaktidir.
Biz, torpille değil emekle gelen yöneticiler görmek istiyoruz. İş bilen, ahlaklı, halkla aynı sofrada oturacak, garibanın duasını alacak insanlar… Çünkü bu memleketin, bu milletin; bostan korkuluğu gibi duranlara değil, işinin ehli olanlara ihtiyacı var.
Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmaz derler. Artık cetveli düz tutmanın vaktidir.