Gün batmak üzere, hava kararmaya yüz tutmuştur artık. İşinden çıkmış, yorgun argın, bir an evvel evine gitme telaşındasındır. Sokağın köşesinden dönersin, karşıdaki buz gibi kaldırıma oturmuş, her şeyden bîhaber, üstü başı perişan, eli yüzü simsiyah, zaman zaman karşılaştığın, halkın “deli” diye damgaladığı o insanı görürsün…
Önce irkilir sonra vicdanının “umursamaz” bölümüne attığın, hayatın sıradanlaşmış bir parçası olan kişi olduğunu hatırlarsın. Niyeyse o kaldırımdan gitmek istemezsin. Ayakların otomatik olarak diğer kaldırıma götürür seni. Belki kontrolsüz bir harekette bulunarak size zarar verebileceğinin muhasebesini beynin çoktan yapmış ve ayakların da bunu, yolunu değiştirerek uygulamaya koymuştur bile.
Karşı kaldırımdan giderken, birkaç kez dönüp bakarsın ona gayr-i ihtiyârî. Ne yapıyor acaba, kalkıp peşime düşer mi? diye. Sonra, belki de sadece birkaç dakika onun dünyasına misafir olursun, nasıl bir hayatı olduğuna dair tahminlerde bulunarak. Yoluna devam edersin pek de detaya girmeden; ne yiyor, ne içiyor, nerede kalıyor, üstü başı kaç zamandır yıkanmıyor, en son saç tıraşını ne zaman oldu, diye. Vicdanın bunu gündeme getirmeyeli hayli zaman olmuştur. Zaten bu perişan görüntüye de, bu detaylara girmemeye de alışıksındır.
Gün boyunca, insanları ürküten, çoğu zaman acıma, aşağılama, dışlama duygusu uyandıran, çocukları korkutan haliyle sokaklarda, çarşıda, pazarcının bir kenara attığı çürük meyve sebze bölümünde gezmiş, hava kararmaya başladığında da bir köşeye oturup kalmıştır. Elinde, bir esnafın haline acıyarak verdiği yarım ekmekle iki domatesi bitirme peşindedir. Mevsimin ayazı, akşamın karanlığıyla karışıp bütün gerçekliğiyle karşısına dikilmiştir. Birazdan, nerede olduğu pek bilinmeyen, derme çatma barakasına gidecektir. Kim bilir sabahı nasıl edecektir? Ama sen bunları düşünmez, yoluna devam edersin, sıcacık evine doğru yol alırsın. Kapının zilini çaldığında, acaba seni eşin mi, çocukların mı, annen ya ada baban mı karşılayacak onun heyecanı ve mutluluğuyla devam edersin yoluna…
Bugün evine giderken bir değişiklik yapsan !?.
Sadece bir seferlik onun dünyasını, akıl, yürek, gönül ve vicdan dörtlüsüyle ziyaret edip, o dünyanın taa içine girsen!.. Ne dersin?
Mesela onun da senin gibi bir can taşıdığını, bu ülkenin bir evladı olduğunu, İNSAN olduğunu düşünsen. Bu duruma gelmeyi, onun da istemeyeceğini, onun da senin gibi, herkes gibi normal şartlarda yaşamayı isteyeceğini, günde üç öğün sıcak yemek yemeyi, temiz kıyafetler giymeyi, düzenli banyo yapıp tıraş olmayı, mutluluklar, heyecanlar, hüzünler yaşamayı isteyeceğini bir seferlik de olsa düşünsen.
Onun bu engelinin, toplumdan dışlanmayı, hor görülüp aşağılanmayı, korkulup kaçılmayı, onunla alay edilip dalga geçilmeyi hak etmediğini bir düşünsen!?.
Mesela ona yardım eli uzatmayı denesen!?.
Onun elinden tutmayı, derdini anlatamasa da anlamaya çalışmayı, ihtiyaçlarını gidermede yardımcı olmayı, senin elinden gelmiyorsa bile, bunu yapabilecek güçte ve yetkide olanlara duyurmayı denesen!?.
Onların da insan gibi yaşamayı, İNSAN oldukları için hak ettiklerini düşünsen mesela !?.
Engelleri aşmada biz engelsizlerin neler yapabileceğini bir kez olsun düşünsen!?.
Belki de hiç ummadığın, hiç beklemediğin güzelliklere vesile olacaksın ve belki de senin atacağın bir adım, binlerce adıma öncülük edecektir...
Benim sizlere çağrım, gelin bu toplumsal yaraya merhem olalım. Onların elinden tutalım, ne yapabiliyorsak, gücümüz neye yetiyorsa. Onların dünyasını ziyaret edip, insanca yaşanılan bir dünya haline getirelim. Onları dışlamayıp içimize alalım.
Nerelere başvurulması gerekiyorsa gidip kapılarını çalalım, dertlerini derdimiz bilelim ve anlatalım. Tedavilerinde ilk adımı bizler atalım.
Projeler, kampanyalar başlatalım gerekiyorsa. Çocuklarımızın görünce korkup ağladıkları, kaçtıkları, bizlerinse acıma, kızma, aşağılama, dışlama duygularıyla bakmadığımız, memleketimizin birer evladı haline getirelim onları…
Unutmayalım, onların bu engelinin giderilmesi ya da en aza indirilmesi biz engelsizlerin elinde…
Çok mu şey istedim?