1447. Hicrî yılınızı; bütün insanlığa hidâyet, takvâ ve bereket getirmesi, başta Filistin, Gazze, Doğu Türkistan, İran, Arakan, Kırım, Keşmir, ... olmak üzere dünyadaki bütün mazlumların zâlimlere galebe çalması, Türk milletinin târihî mefâhiriyle yeniden buluşması ve Hicrî yeni yılın hayırlara vesîle olması duâsıyla tebrik ediyorum.
Bilvesîle yeni yılın "Hicret şuuru"yla;
bâtıldan hakkâniyete, zulümden adâlete, zahmette rahmete, dalâletten fazîlete, gafletten gayrete, mezelleten izzete, kesretten vahdete,
mağlûbiyetten muzafferiyete,
ve cehâletten hidâyete yürüyüşün gerçekleşeceği bir yıl olmasını Yüce Rabbimizden niyâz ediyorum._
On dört asır önce “Müşrikler tarafından Mekke’den çıkartılan”; bütün dünyaya Hakk’ı tebliğ edip adâleti hâkim kılmak, gönül çöllerini yeşertip Tevhid sancağını yükseltmek ve İslâm’a yeni bir ivme kazandırıp insanlığı îman çağına ulaştırmak için;
Yüce Rabbimizin izni ve inâyetiyle yola çıkıp uçsuz bucaksız kızgın çölleri 13 günde aşıp dünya tarihinin en önemli inkılâbını oluşturan ve *“yatay bir Mîr’ac” diye tesmiye olunan *“Hicret*”in 1447. yıl dönümünde;
Varlık Sebebbimiz, İki Cihan Serverimiz, Efendimiz Aleyhisselâtü Vesselâm’ı ve Mekke’den Medîne’ye muhâcir olarak giden Ashâb-ı Kirâmı salât ü selâm, rahmet, minnet, hürmet ve muhabbetle yâd ediyoruz.
“Hicret”i yâd ederken, İslâm’ın *“Mekke Dönemi”* olarak bilinen; 13 yıllık o çok meşakkatli, ezâ ve cefâ dolu zaman dilimini düşünüyor; Kur’ân-ı Kerîm’de *“ümmü’l-kurâ”* diye ifâde buyurulan Mekke’de Sevgili Peygamberimiz'in (s.a.v.) Hakk’ı tebliğ vazîfesini yerine getirmek için, her türlü menfî şarta, engellemeye ve hüznün sıradağlar misâli yükselmesine rağmen, bütün sıkıntılara, saldırılara, boykotlara, engellemelere göğüs germesini ve Sahâbe-i Kirâm’ın yaşadığı çileleri, zorlukları, tahammül ettikleri tecritleri, boykotları, zulümleri, işkenceleri hatırımıza getiriyoruz…
Allah Resûlü(s.a.v.)’nün, nübüvvet gülzârında eşsiz bir *“Gül”* olarak açılmasının 10. senesinde, en sevdiklerine hazan rüzgârları değmesini; çok büyük muhabbet duyduğu ve sayısız iyiliklerini gördüğü amcası Ebû Tâlib’i yitirmesini; bunun hemen akabinde îmanla ilk şereflenen, kadınların en hayırlısı ve en üstünü olan Hz. Hatîce (r.aa.) Vâlidemiz’in de dünya misâfirliğine elvedâ demesini, en büyük destekçisi, en yakını ve en çok sevdiği iki insanı kaybedip yürekten yaralandığı zaman dilimini yâni *“Hüzün Yılı*”nı da tahayyül etmeye çalışıyoruz.
Kâinâtın Solmayan Gülü’nü himâye etmek için bütün Mekkeli müşrikleri karşısına alan Ebû Tâlib’in ölümünden sonra Mekke’de Müslümanlara yapılan zulüm ve baskıların dayanılmaz bir hâl almasını, tebliğ yapmanın her geçen gün daha fazla güçleştiği günleri, Mekkeli müşriklerin küfre ve saldırganlığa her geçen gün daha çok ivme kazandırmasını,
bu şartlar altında Mekke’de Müslüman olarak yaşamanın ve İslâm’ı yaymanın neredeyse imkânsız hâle gelmesini; Kâinâtın Solmayan Gülü’nün, dîni tebliğ için Tâif’e gitmesini, Tâif’teki bahtı karaların, bahtına çıkan ebedî kurtuluş fırsatını tepmesini ve hatta *“Gül*”ü yaralayan diken olma bedbahtlığında ısrar etmesini düşünüyoruz...
İnsanlığa hidâyet nasîp olması için her türlü güçlüğe katlanan, dayanılmaz çilelere tahammül eden ve peygamberlik vazîfesini muazzam bir sabır, mücessem bir teslîmiyet, müthiş bir tevekkül, muhteşem bir azim ve çelikleşmiş bir irâdeyle yerine getiren Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm’ın emsâlsiz îmânını, inancını, tevekkülünü ve teslimiyetini, tefekkür etmeye çalışıyoruz…
O’nun kalbi kırık ve çok üzgün olarak döndüğü Tâif yolculuğunun akabinde, eşsiz bir mükâfâta ve emsâlsiz bir mazhâriyete ulaşarak Rabbânî bir dâvet ve hiçbir insana nasîp olmayan İlâhî bir mazhariyetle *“dikey bir Hicret”* olan *Mî’rac*"a yükselmesini de yâd ediyoruz...
Mekkeli müşriklerin Mi’rac mûcizesine de inanmamasını, ebedî saâdete sırt çevirip küfürde inat etmesini,
kin ve düşmanlığı son haddine getirerek mü’minlere kan kusturmasını ve Şanlı Peygamberimiz(s.a.v.)’in bir gecede Mekke’den Kudüs’e oradan Sidretü’l Münteha’ya gittiği İsrâ ve Mî’rac hâdisesini duyan müşrikler bunu Hz. Ebû Bekir(r.a.)’e istihzâ ile anlattıkları zaman; *“İkiden biri*”nin *“O dediyse doğrudur!”* diyerek *“Sıddîk”* sıfatıyla anılmasını da hatırımıza getiriyoruz…
Devamı Yarın...