Bugünkü yazımda otuz sene kadar önceki doktorlarla geçen anılarımdan bahsedeceğim.

Otuz sene önce bir yaşındaki kızım hastalandı. Ateşler içinde yanıyor, devamlı ağlıyor hiçbir şey yemiyor, içmiyor devamlı öksürüyor. Çocuğu aldım hanımla birlikte o çocuk doktoruna götürdük. Doktor bizi yazıhanesinde güler yüzle çok iyi bir şekilde karşıladı. Bize kolonya şeker tuttu. Hal hatırımızı sordu. Sonra çocuğa döndü, aman ne güzel ne cici bir çocuk pekte tatlı maşallah ben bu çocuğu pek sevdim gibi iltifatlı konuşmalar yaptıktan sonra nesi var çocuğun dedi. Bizde sabaha kadar uyumadı. Ateşler içinde yandı. Devamlı öksürdü sabah olunca da aldık size getirdik doktor bey dedik.

Doktor bey çocuğu muayene etti. Öyle korkacak bir şey yok ben buna şurup yazarım hiçbir şeyi kalmaz dedi. Bu çocuklarda kalça çıkığı olma ihtimalleri oldukça yüksek ben bunu ortopedi doktoruna havale ediyorum. O bir muayene etsin ona göre içimiz rahat etsin dedi. Biz sana bunu ortopedi doktoruna havale et diye getirmedik. Neyse doktorun dediği gibi aldık. Ortopedi doktoruna götürdük bu doktorun da selamını söyledik. O da çocuğa baktı aman ne güzel ne cici ne şeker bir çocukmuş maşallah Allah nazardan esirgesin dedi. Daha birçok şeyler söyleyerek iltifatlarda bulundu. Bu da bizi röntgen uzmanına havale etti. Benim selamımı söylen o gereken ilgiyi sizlere gösterir dedi. Bizde Allah’ın saf kulu dediğini yaptık aldık röntgen uzmanına götürdük. Filmini çektirdik. Doktor filmi çekti iyi ki getirmişsiniz çocukta kalça çıkığı var dedi. Filimi aldık ilk önceki çocuk doktoruna gösterdik. O da baktı bak ben size demedim mi çocukta kalça çıkığı var. Ben buna bir korse yazacağım haftaya gelir takarız dedi şu kadar korse bedelinin parasını şimdi bana ödeyin. Haftaya da korse gelince ona da takma ücreti alırım dedi. Bizi gönderdi.

Haftaya çocuk doktoruna tekrar gittik. Korse gelmiş çok basit, teneke gibi üstü meşin kaplı bir şey. Bunu çocuğa taktı. Çocuğun ayakları ayrık vaziyette bu şekilde gece, gündüz devamlı duracak çıkartılmayacak, bir ay sonra tekrar doktora götürüp göstereceğiz. Çocuğumuzu aldık, geldik. Çocuk işkence içinde gece gündüz bu vaziyette içler acısı içimiz parçalanıyor. Çocuk yürümek üzere idi çocuğun yürümesi de bu korsenin yüzünden üç dört ay gecikti. Neyse bekledik bir ayın dolmasını inşallah düzelmiştir. Götürdüğümüzde korseyi doktor çıkartır dedik.

Bir ay sonra götürdük. Doktor şöyle bir yalandan baktı. Daha düzelmemiş tekrar bir ay sonra getirin dedi. Bizi gönderdi. Eşim ben bu doktora inanmıyorum. Çocuğuma boşu boşuna eziyet ediyor. Ben çocuğumu alıp Ankara’ya en iyi profesörlere götüreceğim dedi. Ben de razı oldum. Ankara’da fakülte hocalarından sahasında iyi bir profesör doktordan randevu aldık. Şu gün gelin dedi.

Eşimle beraber çocuğumuzu aldık. Ankara’ya götürdük. Tıp fakültesine gittik. Profesör, çocuğu muayene etti Yozgat’tan getirdiğimiz filme baktı, inceledi. Bunu hangi doktor yazdı dedi. Senin çocuğunda hiçbir şey yok çocuğun pırıl pırıl dedi. Filimi bu şekilde çekersen kalça çıkığı var gibi gözükür. Filimi mahsus bu şekilde çekmişler. Üç doktorun üçü de anlaşmışlar bu şekilde çocuğuma çok büyük eziyet ettiler. Daha gelmesen bir ay daha, iki ay daha sonra gel deyip çocuğumu mahvedeceklerdi. İşini hakkıyla yapan doktorlarımızdan Allah razı olsun. Onları yetiştiren ana babalara Allah uzun ömür versin, vefat edenlerin de yattığı yer nur olsun. İşini kötüye kullananlardan, bu milletin çoluk-çocuğunun sağlığını kaybetmesine sebep olanlardan da Allah ahirette hesabını sorsun. Bu şekilde başımızdan böyle bir olay geçti. Bugünkü anlatacaklarım bundan ibaret olup, haftaya başka bir makalede buluşmak üzere yazımı FARUK NAFIZ ÇAMLIBEL’in bir şiiriyle bitiriyorum. Hepinize selamlar, saygılar, sevgiler.

Faruk Nafız Çamlıbel

Han Duvarları

Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor.

Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor…

Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,

Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar,

Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz gitgide,

İki dağ ortasında boğulan bir geçide.

Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden

Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden;

Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,

Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.

Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu.

Burada son fırtına son dalı kırıyordu.

Yaylamız tüketirken yolları aynı hızla.

Savrulmaya başladı karlar etrafımızda

Karlar etrafı beyaz bir karanlığı gömdü.

Kar değil gökyüzünden yağan beyaz ölümdü…