Çok heyecanlıyım. Kafam durmadan uğulduyor. Bütün Hatıratım bir tablo gibi gözümün önünde. Bu uzun hayatımın, acı dolu günlerimin Şarkına kadar gideyim mi diye düşünüyorum. 
     Yoksa garbına mı? Hayır, hatırın şark na da garb ına da gitmeyeceğim. Ancak milli mücadeleye takaddüm eden günlerden başlayarak çok şanlı ve kanlı hatırratımla başbaşa kalacağım. 
     Sene 1918. Bu yıl hiç şüphe yok ki birinci cihan harbine katılan müttefikler ve Osmanlı imparatorluğu için meşum bir yıldır. Çünkü bizim için idam kararından başka bir şey olmayan 31 teşrinievvel 1918 Mondros mütarekesi bu yılda imza edilmiştir. 
     Bu meşum mütareke günlerini takip eden günlerde Kars’tayım, ta Bakü‘ye kadar uzanan Muzaffer Türk ordusu hızla geri çekiliyor.
     Aynı zamanda Kars havalesi bir ana baba günü yaşıyor. Gün geçtikçe tahliye süratleniyor. Doğduğumumuz memlekete sekiz yıllık bir israf Yolu’ndan sonra dönmemiz mevzubahis oluyor, içim sızlıyor, herhalde gün gelecek döneceğiz.
     Zira ağır bir yenilgiye uğramış Türk vatani kayıtsız şartsız itilaf devletleri‘ne teslim edileceğinin Müeyyidesi Mondros mütarekesi imza edilmiştir. Evet, döneceğiz, anadolu’nun bozkırlarındaki ana baba evine döneceğiz. Fakat ne yüzle….. ihtiyar anama göğüs kabartacak yiğitlik menkıbelerinin sahibi değilim. 
     Dilim kısa.. Çanakkale’nin muhteşem destanı beni ilgilendirmiyor. Kutülamare’ de bulunamadım.. bütün askerlik hayatımın icmali Rumeli’nde aldığım yaralar, 14 yıllık esaret hayatımdır..
  Gerçi üç yıl Lazistanın karanlık ormanlarında dolaştığı, ezeli düşman Moskoflarla gırtlak gırtlağa boğuştuğum o anlarda boş bir laftan ibarettir
    Beşik kertme nişanlıma takdim edeceğim bir hediye araştırıyorum. Bu mevzuda günlerce düşündüm. Nihayet kararımı verdim. Doğup büyüdüğüm memleketime gün gelecek ki lazımdır diye 10.000 rus fişi, 20 rus mavzer‘i götürmeye karar verdim. Kıştı, kar Çöktü. Adı geçen cephane ve silahları iki kıza yükleyerek 1 Şubat‘ta Kars’tan ayrıldım. 
     Bu uzun yolculukta halen hayatta olan Hatay ağır ceza reisliğinden mütekait mülazım ilhamı beyle birlikte yola koyuldum. Beraberinde Hacı Bekirzade Salih ve mahmut Çavuşoğlu Süleyman Efendi ile birlikte bir çok silah arkadaşlarım vardı. 
     Küçük kafirlerimiz 1-2 şubat yürüyüşüne devam ederek Karaurgan dağlarını kolaylıkla aştı. Üçüncü gecesinin hiçbir arızaya maruz kalmandan bugünkü Horasan kazasının merkez olan Horasan köyüne geldi. 
     Bu köyde gördük ve inandık ki her Türk köyü bililtizam düşman tarafından tahrip edilmiş, bir harabeye dönüştürülmüştür.  
    Dam çökmedik kapısız bir evde geceyi geçiren Cafemiz kalın kar tabakaları üzerinde kayarak, aşağı pasinlerlerden geçerek yukarı Pasinler‘de bir köyde geceyi geçirdi. Bu köyden itibaren endişemiz şuydu: 
     Hamulemiz tüfek ve fişekti. Kafile bu hamule ile Erzurum’un kaç kapısından nasıl girecek İstanbul kapısından nasıl çıkacaktı? Adını hatırlayamadığım bu köyde arkadaşım mülazım ilhamı Bey’le bütün gece düşündük. 
     O da soguktu, yakacak namına bir şey yoktu. O da sahibinin getirdiği yarı yaş belleerek çıkartılan topraklı çayır köklerini yakıyorduk hülasa sabah oldu. Yürüdük. 
Devamı Yarın...