Her seçim öncesinde her yeni bir parti kurulduğunda olduğu gibi.
Önce birtakım ümitler, birtakım” acabalar ve iyi olur mu?” düşünceleri. Fakat bu ümit pek ileri gitmez.
     Hep hayal kırıklığı yaşanır.
Hep beklenilenin dışında gelişmeler olur.
Hep beklemediğimiz kimseler aday olur.
Hep yanlış tercihler yanlış adaylar olur.
Hep çoğunluğun-tabanın isteklerinin dışında birileri ortaya çıkar, neye kime hizmet ettikleri pek de bilinmeyenler ya yönetime girerler ya lidere yakın olurlar ya da parası çok olan eli çantalılar gelmiş-getirilmiştir.
     Ülkücüler kendi aralarından geneli kapsayan bütünleştirici, toparlayıcı bir aday lider çıkarma becerisini gösterememişlerdir. Gösteremiyorlar.
     Hep ve çoğu kez teşkilattan-ocaklardan gelmeyen, hayatının herhangi bir yerinde mücadeleye katıldı mı katılmadı mı, bir mücadeleye girmişse nerede mücadele verdiği pek bilinmeyen Ülkücülükle alakasını kurmakta zorlandığımız insanlar aday olur, yönetici olur ve önünüze konur.
Hareketin toparlanıp kendini göstermeye başladığı 1969 seçimlerinden bu yana durum hep böyle olmuştur.
Gizli bir el sanki gerçek dava adamlarını teşkilatın veya makam ve mevkilerin dışına iter, uzak durmasını sağlar.
Gerçek dava adamlarının hep kaderidir.
     Onlar inançları için hep çalışır çabalar, gece gündüz demezler.
Onlar davalarına inandıkları için adayın etrafında da pek görülmezler.
    Yapılan tercihler, kime neye göre yapılmıştır çoğu kez kimse de bilmez.
Kim kimin adamıdır bilinmediği gibi.
Kim dava adamıdır, kim değildir o da pek bilinmez.
     Ayrıca dava adamlığının bir önemi var mıdır? Yok mudur?
Bu da pek bilinmez.
Aslında birçoğuna göre bunun bir önemi de yoktur.
     Bu adam davayı temsil edebilir mi edemez mi pek düşünülmez ve dikkate alınmaz.
Gerçek dava adamları, üçkâğıtçı ve dalaverecileri bilmezler, anlamazlar. 
     Neden? Çünkü gerçek dava adamları dalavereden, üçkâğıt açmaktan anlamazlar, onlara ayak uyduramazlar.
Onlar sadece davalarına inanır davalarını düşünürler. Devamı Yarın...