Kuşlar uçuyordu, karıncalar her zamanki gibi çok çalışıyordu, arılar bal yapıyordu, zamanın nesnesi olan her şey kendi içinde bir devinim içinde ve fıtratlarına en uygun hal üzereydiler.
Her canlı kendi meşrebince kullanır sahip olduğu özgürlüğü. Kuşlar uçar mesela. Yılan sürünür. Leopar çok hızlı koşar. Ağaç yeşerir. Dağ dikilir. Yol durur. Kuşların uçması, ağacın gölge olması, yolun durması, dağın ihtişamıyla dikilmesi bir özgürlük biçimidir. Özgürlüğün sadece insanlara ait olduğunu düşünmüyorsunuz değil mi? Ruhu olan her şeyin özgürlüğü de vardır ve eşyanın bile ruhu vardır. Üzerinde yemek yediğimiz masa özgürdür mesela. Ya da üzerine yazılan kağıt. Her şey yapılabilirdi zaten bir beyaz kağıtla; uçak örneğin uçurtma mesela ya da altına konabilirdi bir ayağı ötekilerden kısa olduğu için sallanan bir masanın. Hasılı, insana hizmet etsin için vardı eşya ve fıtratına uygun kullanıldığı müddetçe de özgürdü.
“Nereden bakıyoruz” sorusu çoğu yerde “ne’ye bakıyoruz” sorusunun önüne geçiyordu ve nasıl baktığımız da önemliydi elbette. “Aynı pencereden bakan iki kişiden biri gökteki yıldızları, diğeri yerdeki çamuru görüyordu” zira. Bakış açısı ne denli önemli değil mi? Bir vakanın künhüne vakıf olabilmek için farklı açılardan ele almak gerekir çoğu zaman, tıpkı olay yerini farklı açılardan görüntüleyen, farklı yerlerden kaydeden kamera kayıtlarını bütünlüklü bir şekilde değerlendirmek gibi. Farklı bakış açıları ve derinlikli bir perspektif kazanabilmek için “bakış aşısı” olmak nasıl olurdu?
Eşyanın tabiatı, doğanın kanunu gereğiydi; bir şeyin kıymeti kaybedilince bilinirdi. İnsanın tarihi buna tanıktı.
Kanadı kırık bir güvercin uçamadığı için yalnızdı. Bir bal arısı yalnızca bir defa sokabilirdi ve bu, onun da hayatına mal olacaktı. Soktuktan sonra düşünmeye fırsatı olacak mıydı; “değer miydi lan” diye. Ama mesele değildi onun için, ulvi ve fıtri bir maksadın peşinden ölümü dahi göze alabilmek bir inanç ve samimi bir özgürlük ifadesiydi. Evet, kanadı kırık, yalnız güvercin özgür değildi ama sokan, soktuğu için de ölmeyi göze almış olan bal arısı sapına kadar özgürdü.
Bakımı yapılan bir tarla ürün verdiğinde, inek süt verdiğinde, gül koktuğunda, rüzgar estiğinde, güneş doğduğunda özgürdü. Yani fıtrat ile özgürlük arasında bir uyumdan söz ediyorum. Fıtrata aykırı olan ve başkasının hakkını gasp eden, bir diğerinin özgürlüğüne mani olan bir davranış biçiminin özgürlük olarak nitelenemeyeceğini söylüyorum. Güneşin doğması bir özgürlüktür, O’nun bu fıtri eylemiyle milyonlarca daha ve başka özgürlük doğmaktadır. Ağacın yeşerme özgürlüğü buna bağlıdır mesela, bir tarlanın ürün vermesi, bir meranın yeşermesi ve ondan beslenen ineğin semirmesi ve süt vermesi. Fıtri olan bereketlidir de. Çoğalır da. Çoğaltır da. Ve farkında mısınız, Güneşin doğması o kadar nazik bir eylemdir ki, kimsenin zoruna gitmez, kimseyi gücendirmez ve kimseyi üzmez. Çünkü çok gerçektir, sahicidir, zerre kadar samimiyetsizlik yoktur duruşunda.
Özgürlük bir parça da farkında olmaklıktır. “Kanadını çırpmayan kuş, uçmak özgürlüğüne varabilir mi hiç!” dedi meczup.
Kanadı kırık güvercinler ve aklını kullanmayan insanlar özgür değildirler sadece…