vaşları’nın yapıldığı bu târihi alana son yıllarda artan bir ilgiyle yılda 1-2 milyon ziyaretçi geliyormuş. Bu olumlu gelişmeye rağmen insanların burada yaptığı tahribat ayrı bir sorun oluyormuş. Bir örnek olarak Halûk Albay canlandırma odasında mankenin önündeki sumene gelip geçenlerin yazdığı, karaladığı lüzumsuz şekil ve yazıları gösterdi. İnsanlar yiyor, içiyor ve attıkları poşet ve pet şişelerle çevreyi kirletiyormuş. Sigara izmaritlerini, kurumuş otların arasına fırlatarak yangınlara sebep oluyorlarmış. Nitekim Gelibolu Yarımadası’nda son 44 yılda çıkan 2 binin üzerindeki yangın 75 bin futbol sahası büyüklüğünde bin bir emekle yetiştirilen ormanları kül etmiş. Milli Parkta son büyük yangın 25 Temmuz 1994’de olmuş.
Bir eğitimci olarak beni ilgilendiren bir konu da, başlarında öğretmenleriyle buraya gelen okul öğrenci grupları idi. Öğretmenler öğrencileri iyice gözetleyemiyor, çocuklar gürültü yapıyor, mezarlıklar üzerinde oyun oynuyorlar, kendilerine anlatılanları dinlemiyor, kıkırdayıp gülüşüyorlardı.
Nitekim bazı yerlerde bu çocuk ve gençleri biz ikâz etmek durumunda kaldık. Öğrencilere okullardan bilgi verilmeden buraya hazırlıksız getirilmesi, Çanakkale Savaş alanları bölgesinde rehberlik yapan görevlilerin arasında pedagojik formasyonu olanların bulunmaması, yani müze pedagog rehberlerinin olmaması da büyük bir eksiklikti.
Namazgâh Tabyası’ndan sonra Gelibolu Yarımadası’ndaki diğer şehitlik, anıt ve müzeleri görmek üzere yolumuza devam ederek Şahindere Şehitliği’ne geldik. Yaralanan askerlere ilk müdahalelerinin yapıldığı sargı yeri olma özelliğine sahip bu yerde defnedildiği tahmin edilen 2177 şehitten 1969’unun duvara yapıştırılan levhalara isimleri, memleketleri yazılmıştı. Genç yaşta vatan ve namus için, milletimizin hür yaşaması için kara toprağa giren şehitlerimizin sembolik mezar taşları önünde hüzünle, gururla, saygıyla, dualarla eğildik. Rehberimiz burada görev yapan Türk hemşire Safiye Hüseyin’in anılarından bize onun yaşadığı tıbbî imkânsızlıkları ve şehitlerin “anne” diyerek son nefeslerini verdiği bilgisini anlatarak, hepimizi duygulandırdı, gözlerimize yaşlar doldu.
Buradan Çanakkale Savaşlarının simgesi olan, yarımadanın her tarafından ve denizden görünen 41,7 metre yüksekliğindeki muhteşem Çanakkale Şehitleri Âbidesi’ne geldik. Eski Hisarlık mevkiinde 1940’lı yıllarda tasarlanıp yapımına başlanan bu eser Milliyet Gazetesi’nin öncülüğünde düzenlenen bir kampanya ile ancak 1966 yılında tamamlanmış. Günümüzde Çanakkale Zaferi törenleri bu anıtın önündeki meydanda yapılıyor. Meydanı çeviren duvarda ve âbidenin ayaklarında Çanakkale Savaşları’yla ilgili rölyef ve heykeller var.
Burada gördüğüm 1960’lardan itibaren yapılan Türk şehitlikleri, 1930’larda yapılan İngiliz, Anzak ve Fransız mezarlıkları gibi düzenli ve bakımlıydı. Türkiye 60’lı yıllardan itibaren savaşın geçtiği târihî alanlara yazılı âbideler, rölyefler, heykeller yaptırarak bu şanlı zaferin anısını gelecek nesillere güzel bir şekilde bırakmış. Ancak burada yatan aziz şehitlerimizin hâtırasına ne yapsak azdır. Nitekim millî şairimiz Mehmet Akif de bu duyguyu “Çanakkale Şehitleri” isimli ünlü şiirinde şehitlere; “Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına, Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.” mısralarıyla seslenir.
Çanakkale Şehitleri Âbidesi’nin arkasındaki sembolik şehitlikteki uzun, içi kırmızı mezar taşlarını beğenmediğimi söyleyebilirim. Şahindere Şehitliği ve 57.Alay Şehitliği’nde gördüğümüz, küçük mezar taşları daha anlamlı idi.
Alçıtepe Köyünde öğle molamızı verip, yemeğimizi yedik. Burada Çanakkale Savaşlarıyla ilgili hâtıra eşyaların satıldığı üstü kapalı ve açık tezgâhların olduğu bir çarşı oluşmuş. Ancak bu hâtıra eşyalar, Çin işi, ucuz, zevksiz, basit şeylerdi.
Buradan Çanakkale kara savaşlarının yapıldığı savaşın kaderini değiştiren Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı bölgesine gittik. Önce Anzaklar’ın 25 Nisan 1915’de karaya çıktığı Anzak Koyu’na geldik. Bu bölgeye çıkan düşman tepelere tırmandı, ilerlemeye başladı. Ancak düşman karşısında 19. Tümen komutanı yarbay Mustafa Kemal’i buldu. Atatürk çıkarmayı haber alıp, kendi insiyatifi ile 57. Alay’la Kocaçimen tepesi’ne geldi. Buradan atıyla tek başına Conkbayırı’na gitti. Burada düşmandan kaçan Türk askerlerini gördü. Atından inip, önlerine geçerek, ünlü “Düşmandan kaçılmaz!” konuşmasını yaptı. Cephaneleri olmadığını söyleyen askerlere süngü taktırıp, yere yatmalarını istedi. Böylece birlikten arta kalanlarla savunma hattı kurdu. Üzerlerine gelen düşman bu durumu görünce durakladı. İşte bu an savaşın kaderinin değiştiği andır. Haberciler aracılığı ile 57. Alay’ın bölgeye intikalini sağlayan Atatürk, orada askerlerine ünlü “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum” konuşmasını yaparak düşmanın üzerine saldırdı. 57.Alay’ın tümü şehid oldu, ama düşman geri çekilmek zorunda kaldı.

Sürecek