Yakut gibi dekoru, coğrafik estetiği, tertemiz sokakları, görgülü insanları, cömert ve misafirperver haneleriyle bir şehr-i sülehayıdı Dedik.. Ortasından akan berrak çaylar, hertarafı ormanımsı ağaçlar, adım başı pınar-eşme, dağı-taşı bağ-bostan, büyük-küçük hayvan sürüleri, siyeçlerinde öten güvercinler, küllüklerde teşinen tavuk-cücük, heybeli eşeklerle yazıya-yabana giden ırgatlar hepsi gözümün önünde.. Kime rastlasan bostan, kelek, üzüm, şemşamer ikram eder, hal hatır sorup sofralarına buyur ederdi. Arklar, bentler, bungüldekler, gözeler ve göletleriyle tam bir su cenneti olan bu diyar, bırakın çevre-çehreyi Dünyanın en güzel köyüydü. Boyalı topluların önündeki süs çiçekleri, avlulardaki çalı grubu güller, ineklerinin alnındaki iğde, gôo boncuk, mısga, hameyli ve al iplikler, kangal cinsi itlerinin boynundaki tort, her kapıda ay yıldız işareti bugünki gibi aklımda.

Eli-yüzü nurlu bibiler, ağzı dualı emmiler adalet ve asaletleriyle herkese hayır öğüt verir, canlı-cansız her nimetin kutsiyetini vurgularlardı. Dere-tepe her tarafa ağaç diker, kedisi-köpeği tüm hayvanları çocuk gibi severlerdi. Yazısı-yabanı yemyeşil, evleri, damları bimbiyaz badanalıydı. Yav ne otantik, ne egzotik, ne masalsı bir köydü... Ne Dedik, ne Esenli derdik. Paris koyduyduk adını.
Her yerinden bereket fışkıran bu zümrüt beldeye gittiğimizde Kanak manzaralı kahvelerinde çay içer, bodu-şibi bağrışları arasında elleriyle balık tutan çocukları seyrederdik. Bahçe siyeçlerinden sarkan kabak tefekleri, yollara dökülen yetkin meyveler, naftalin kokulu toprak tukenler, senfoniyi andıran kuş cıvıltıları ve mutluca ötüşen börtü böcekler.. Yapay süslerle bezeli tatil sahillerine inat, samimi gönüllerin yaşadığı, ilahi ilham ve duruluklarla dolu rüya gibi bir sayfiye deryasıydı.

Yeni yetiştiğimiz yıllarda Hacı Hasan’ın kahvedeki videodan Ferdi’nin, Cüneyt’in, Kemal Sunal’ın, Küçük Emrah’ın filmlerini izlemek en büyük lüksümüzdü. Sadece ben mi, herkes Esenli’ye gitmek için can atardı. Ula ne keyifli, ne bereketli, ne neşeli yerdi Yarabbi. Sarı Bayırın Kehden Eşrefin Değirmen’e ini inmez Amazon misali bir vadide bulurduk kendimizi. Sağlı sollu iğde ağaçlarından sarmal yemyeşil koridordan geçerfken, burcu burcu kokular eşliğinde binlerce kuş, arı ve börtü böceğin çok sesli senfonik melodilerini dinler, rüzgara göre dans ederek uğullenen çiçekleri görürdük. Cenab-ı Allah’ın ilahi güzelliklerle taç misali süslediği bu kıvrım kıvrım mutluluk dolu yola iki taraftan sarkan beyazlı, pembeli, kırmızılı Isparta gülleriyle, adını bile bilmediğimiz meyveler, rengarenk yemşenler, boyalı cehriler ve yüksek boylu iğdeler; o yoldan kağnı, traktör, at arabası rahat geçsin diye her yıl köklerine yakın kesilmesine rağmen heryıl yine uzardı mübarekler.
Köye girişteki yüksek hayatlı evin çatalkapısında odun kömürüyle “Hamdi Havız” yazılıydı. Biraz içlerdeyse ahşap işçiliği hayranlıkla anlatılan Havlinin Sülüman’ın Odası vardı. Çok merak ederdim ama bir türlü görmek nasip olmadı.

Çevre köyler Gubaların Hoke Memmed’e at nallatmak, Sadettin Ustaya düven dişletip, anadut, yaba, dirgen, sıyırgı, dırmıh, geçgere yaptırmak, Sami Ustaya doğrama kestirmek, Fayığın Remzi’ye pulluh burunlatmak, Eyibin Durağan Eyib’e, Dayfurlu Alinin Adem’e ve Çahı Memmed’e toplu demiri ölçtürmek, Gulizarın Osman’a ve Gargalı Irıza’’ya traş olmak, Fetilerin Şemşet’e at arabası, gağnı tekeri onattırmak, (Şemşet Emmi tezekleri yakar, ahşap tekerleri iyice ütüler, farını-çemberini-çapını milimetrik ayarlardı ki, bir nevi rot-balansçıydı), Münirbâ’nin, Gabahçı Muhsin’in, Haytanın Osman’ın, Bıyıhlı’nın, Hamızakâlin, Sabiyenin Haşim’in, Hamidin Kâmilin Nusurat’ın, Edelerin, Alosman Sipahi’nin, Komüş’ün, Vahded’in, Süriye Barış’ın, Ecdalların Zabid’in, Abdulgadirin Irbaham’ın, Hacelinin Nazif’in ve Papolardan Çopur Irbahamın Niyazi’nin Tukenlerinden gayit görüp alışveriş yapmak, Dedehocaların, Garamemmetlerin, Edelerin, Münirbâlerin Gayfelerinde çay içmek için Esenli’ye gelirlerdi.
Bu köyün değirmenleri başlıbaşına bir efsaneydi. Zaten bölgede en çok değirmen Dedik’teydi. Çoğu su düzeneğiyle işletildiğinden, en yeşil alanlarda, en güzel kuytularda, en yaban çevrimlerinde kuruluydu. Sırası, süresi, sohbeti, muhabbeti, telaşesi, nizahı, mizahı, kavgası, gürültüsü, üşümesi, uyuması herkesin yüreğine silinmesi, unutulması imkansız iz ve anılar arşivledi.

En mahşeri kalabalık Çorah’daki Delasanın İsmayil’in Bulgur Dağermeninde, Sarıbayırın Köprüdeki Eşrefin Dağermen ve Hacelinin Dağermende olurdu. Oraya yaklaşınca at kişnemesi mi ararsın, eşşek anırtısımı, tosun hoörmesimi, motur harıltısı, hamıt zili, öküz tohurdağı, it ürmesi, şina tıngırtısı, kağnı gıcılaması, su çağıltısı, bağrışmalar, çığrışmalar panayır gibiydi. Öküzler birbirini kahar, deli tosunlar vuruşur, at-eşşek tepişir, tortlu itler boğuşur, çocuklar ağlaşır, ambiyansı, atmosferi kaoslu, karambollü bir curcuna, ama çok işlek, çok canlı, rağbeti yüksek mekanlardı.
Ben küçüktüm ama, Sağardim Oluğu, Tekne, Çarh, Dovuzluk, Ambar, Boyra Halhası, Savak, Daban Ağacı, Yan Savah, Gurbacıh, Gargacıh, Tunç, Yiğ, Ağercek, Hatıla, Çarh Evi, Üst Daş, Alt Daş, Un Tahtası, Yöre Unu, Yuva, Paltacıh Yatağı, Unlâ, Haklâ, Ayar İpi, Dişeği, Dağermenci Odası, Kül Çörea, Tekne Direa, Denelik, Çahıldah Golu, Oturah gibi değirmen terimlerini hatırlıyorum.
O güzel, o özel, maceralı ve muhabbetli, o yemyeşil zümrüt alanlara giderken kiminin peşine iti, kiminin peşine çocuğu, kiminin peşine tazısı takılır, hele birde tez geliriz gafletiyle azıksız izansız sıraya yakalanırsa sersefil olurlardı. Zavar uğudenler, kepek çuvallıyanlar, duğurcük çektiren, yarma gırdıran, balık tutan, keklik guvalıyan, nöbet sırası bekliyen, daş dişeyen, yöre ayıtlayan, seklem elleşen, her aşaması, her hengamesi yardımlaşmalı, anlık reflekslerle oluşan dostluk guruplarıyla doyumsuz sohbetlere dalınır, azıklar paylaşılırken, sadakat yüklü arkadaşlıklar, muhabbeti emsalsiz hatıralar ölümsüzleşirdi.

Hele isli bi çaydanlıkla iki taş çatıp, çalı-çırpı otlanarak demlenen bi çay, közlü külün üzerine serilerfek pişirilmiş Küllü Dağermen Çörea, pahır guşşeneyle yapılan tereyağlı bulgur pilavı, petek gibi yufkaların arasına gonulmuş gôo çokelik, guvermiş pendir, çamanlı, omaçlı, suvanlı, kumpürlü azıklar.. Yav oranın aşına-ekmaene, çayına, çöreane, pilavına doyan biri varmı bilmem amma o tadı, o lezzeti, o muhabbeti, o ortamı görüpte unutabilen bir kul çıkmışmıdır ki acaba.

Dediklilerin hepside asil, asri, akil ve arifti. Ayaküstü sohbet ve muhabbetlerinde Garabaşın Önü, Selimenin Çavışın Pınar, Bıyıhlının Köprü, Battalın Odanın Ağzı ve Derebâanin Omarın Konağın önünde sorudurlardı. Sohbetleri didaktik, sözleri felsefe yüklü, eleştiri ve ironilerinde ince söz sanatları olurdu. Hafif terelellilere “Onbaşı”, lüzumsuz tiplere “Dokkü”, amaçsız ve hedefsiz koşturanlara “Yeler Onmaz” gibi kendilerine has düşünsel içeriği yüksek tarif, tasfir, tenkit ve tespitleri mizahi değerlendirmeler yaparlardı.

Dediğe her giden Hamidağa’nın, Saadettin Çavış’ın, Battalgazi’nin, Seyit Önal’ın, Vahit Çavış’ın, Hanifinin Sülüman’ın, Hamızakânin Çavış’ın, Gazikânin Şuayip’in, Şevket Çavış’ın, Münirbânin Hacı’nın, Mulla İrbaham’ın, Çöllo’nun, Yağboolü’nün, Çopur İrbaham’ın, Haytanın Satılmış’ın, Nizam Çavış’ın, Muzaffer Altınok’un, Abdulkadir Acer’in, Şıh Ahmet Acer’in, Halliğin Yaşar’ın, Necip Kâanin Nusuret’in, Gara Yusufun Arif’in, Katibin Akif’in, Hocanın Mahmud’un, Kirmencinin Abdılla’nın, Hacı Hasanın Zabid’in ve Iresulun Kâmil’in odalarında aş-ekmek yeyip hörmet gördüklerini anlatırdı. Tüm Dediklilerin yoldan geleni geçeni Allah’ın lütfu sayıp, Tanrı Misafiri formatında ağırladıklarını çok duyduk.
Bir seferinde Nurettin Abim ve arkadaşları Gelingüllü yolu üzerindeki Şevketin Dağermene giderken, ağlayıp peşlerine takıldım bende gittim. Sıra çoktu, süre uzadı azıkta almamışlardı. Çok acıktım, ağladım. Değirmendeki adamlar bana “Oğlum bak, şu Iresulgilin evi, şu Sündüz Garıgilin evler, şu Kôr Üsüyünün Aliosmanın evi, şu Mamirenin Kâmilin evi, şu Hayri Dayının evi hangisine gitsen aç kalman, git emmi, dayı, hala, eme, bibi her kimse, kim çıkarsa ben acıktım de yeter” dediler. Utangaçtım. Israr edip sıkıştırdılar. Evin birine korkak adımlarla gittim. Kor Üsüyünün Alosman Dayının eviymiş. Havlunun kapısını çalınca eve çağırdılar. “Sen kimsin, kimin oğlusun” sorularına ürkek, kısık ve utangaç seslerle mızmız cevap veriyor, tekrar geldiğim yöne kaçmak için bahane arıyordum. O arada pırlanta yürekli, melek yüzlü Gara Elmas dedikleri yaşlı ebenin aşırı sıcaklığından cesaret alarak “Ben acıktım” dedim. Yav ev bir anda panikledi ve beni ikram bombardımanına tuttular. Elmas Bibi ”Vay gurbanım guzum, sen ne iyi bi çocuumussun” diyerek olanca sıcaklığıyla ne var ne yok getirtiyordu. Bugünki gibi hatırlıyorum, baldırcanlı bi dürüm verdiler. Çalhama yaptılar. “Gurban olduğum bu dürümü sevmediysen omaç etsinler, dönderme yapsınlar.” dedi. Sert mizaçlı, gür sesli ev sahibi adam 15-16 yaşlarındaki oğluna dönüp; “Lan oğlum bu çocuğun babası neyi de açtır, çabıh dağarmene get, onnarıda çağır. Allah ne verdiyse yavan yaşıh bişeyler hazırlayın yisinler” dedi ve oğlu fırladı. Biraz sonra oğlu geri geldi ve; “Baba yav çağırdım, gelmiyor eşşolüeşşekler.” dedi. Amca utangaç bir ifadeyle “Lan süs çocuğun yanında” diyerek kendi kalktı gitti, çok geçmeden abimgil dahil 7-8 kişiyi daha yemeğe getirdi. Çay demlediler, omaç ettiler, içinde yeşil soğan pürleri, domates ve kuyruk yağının bulunduğu isli bir aliminyum tencereyle kapıda çatılı ocakta mercimekli pilav pişirdiler. Tatlı dil, güler yüz ve candan ikramların vermiş olduğu o memnuniyeti, o zamanki adamların değirmendeki sohbetlerinden hatırlıyorum.

Rahmetlik Babam bize; “Oğlum bu çevrenin en asaletli, en sahavetli, en gorenekli köyü Dediktir. Orda kimse aç-açıkta kalmaz. Sizi gendi evladı gibi korur, misafir ederler.” derdi. Rahmetlik Babam Dedikli Gıdıbekirin İsmayil, Şıhali, Kirmenci, Şıhılı, Emirin Kâmil, Mürselin Ali, Halliğin Yaşar, Derebağan Omar, Gara Hacı, Dağli Meleğan Yusuf, Sabirenin Haşim, Omarın Ahmet, Edelerin Sami, Hayri YAŞAR, Gafanın Hacı, Gafanın Ahmet, Ağ Sarının Paşa, Muttalip Çavış, Serder Kâa, Münürbâğnin Mısdafa, Aleddinin Mısa, Hamidin Kâyâ, Alikânin Şevket, Alikânin Kâmil, Bıyıhlının Adem, Gara Mısdafa, Batdalın Özdemir ve Şıhılı, gibi hörmetli, hanedan, lafı sözü dinlenilir adamlarıda çok anlatırdı. “Bunlar eli öpülesi böyük adam, karşılaştığınızda sözlerini ulu sözü kabul edin, ders alarak dinleyin.” derdi. Sofralarında herkese yer olduğu, yokun, yoksulun hallerinden anlayıp, vara yok demediklerini söylerken, “Hangi vahıt, kim giderse gitsin izzet-ikram göreceğini, gönülleri yüce ve cömert olduğu için aşı ve ekmeklerinin konuğuna şifa olacağını.” anlatırdı.
Helede Ohlar Bahri, Gaymahamın İsmayil, Gızıl Ihsen, Vırıcı Nazif Barış, Komüşün Abdılla Çelebi, Mırıhların Hanifi, Kor Seyidin Yaşar, Cabat Ahmet ve Gıcığın Tayır gibi herkesin sevdiği, çalışkan, üretken, cömert ve fedakar insanların asaletini anlatırken, onların küçüğüne ve büyüğüne hami, çok saygılı, gelenek, görenek ve insani kuralları iyi bildiğini, bölgenin en güvenilir insanları olduğunu söylerdi. Bu böyük adamların kasabasını her yerde liyakatiyle tanıttığı, köyünün ve köylüsünün yüzünü her yerde ak ettiklerini ve onların birer insanlık abidesi olduğunu imrenerek söylerdi. Haneleri açık, elleri cömert ve görmüş adamlar derdi.
Esenlililer yine öyle. Hâlâ gönülleri bol, yüzleri güleç ve hürmetliler. Yolunuz düşerse Mehmet SARAÇ, Doğan KARACA, Mevlüt SARAÇ, Satılmış ERDEM, Nuri KAPLAN, Niyazi KURT, Seyit SARAÇ, Ahmet TEKİN, Şevket SARAÇ, Harun KARS, Hacı Veli SİPAHİ, Mahmut ÖNAL, Ali GÖKOĞLU, Arif SİPAHİ, Hüseyin BARIŞ, Halil SİPAHİ, Mehmet AYDIN, Ehat ÜNAL, Hacı Ahmet KURT, Seyit ALTINOK, Kâyâ ALTINOK, Kâyâ SARAÇ, Battal AVŞAR, Mustafa SİPAHİ ve Ahmet AYDIN gibi sofrası açık, dost yüzlü, karekteri erdemli, misafirperver insanlarla yine karşılaşırsınız. Bu beldenin tüm insanları alicenap ve hanedandır. Buralardan gelip-geçen herkesin kursağında konuksever Esenlililerin helâl ekmeği mevcuttur.
Şıh Mehmet BULUT... Bu isme özellikle dikkat çekmek istiyorum. Acaba dünyada ondan babacan, ondan yiğit bir adam varmıdırki diye düşünürüm hep. Bizim köyün ve tüm köylerin fakiri, fukarası, garibi gurebası yol parası bile olmasa, onun Takasına çok binmiştir. Bu kral insanın yokun yoksulun halini şefkat ve sadakatle anlayıp, mağdur ve mahcup etmediği saygıyla anlatılırdı. Siyah gözlükleriyle sürdüğü Taka cinsi otobüsüyle bizim köyden her geçişinde hızı ve karizması hepimizin idolüydü. “Abııım, goca makineyi nası sürüyo la, Şıh Memmed Emmi istesin tiyareyi bile geçer.” derdik. İnanın O gönlümüzde bir efsaneydi.
Emek, erdem, eser ve çalışkanlık denilince herkesin aklına Katibin Ekuf, Golsuz İsmayil, Halibânin Zilfari, Halibânin Ali, Derebânin Omar, Yetimlerin Battal, Hanifinin Hacımısdafa, Ecdarların Zabit ve Gazinin Şuayip gelir.
Genç kızların örnek aldığı idolleri ise Derebânin Elmas, Fetinin İrbahamın Sündüz, Cin Omarın Meyrem, Muhiddinin Hasibe, Mamire Garı, Ali Kanin Şevkedin Hayâl, Çopurun İrbahamın Fadime, Yağbolünün Abısı Şemşi, Nurettinin Paşanın Şavga, Asgerin Gızı Fadime, Memil Hocanın Hurşudun Haçca, Mubaşirin Şavga, Kirmencinin Elmas ve Emirin Satı’ydı. Bu Osmanlı Hanımlar, görgülü, gorenekli, iş-aş bilir ve yerinde konuşurlardı. Tüm hanımlar onları hayranlıkla izler, onlardan iş görmeyi, aş bişirmeyi, el içine çıhmayı, görgü ve davranış kurallarını öğrenirlerdi. Evlenme çağına gelen tüm genç kızlar annelerinden daha çok bu bilge hanımları örnek alır, her karşılaştıklarında gözlerine girebilmek için sonsuz saygı ve itibar gösterirlerdi. Ayrıca bu hanımlar tüm düğünlerin yemeklerini yapar ya da tarif ederlerdi. Millete hayır öğüt verir, hatalarını, ayıplarını, kusurlarını örter, yol yordam gösterir, diplomasi inceliğinde iletişim kuralları sergilerlerdi. Temiz, tirentez ve titizdiler.
Dedik ve çevre köylerin hanımlarına; “Bozok Platosunun en böyük ve ulu kadınları kim.” dediğinizde hepside Namiye, Asgerin Gızı, Hacelinin Şemşi, Gazinin Melek, Saidin Zöhre, Gülgız Garı, Emirin Elif, Gurbanın Fadime, Topal Gız, Elbâ, Şıh Omarın Pempe ve Kezili derdi. Görenekleri, gelenekleri en iyi bunların bildiği, hörmeti, izzeti ve ikramlarıyla evini, horantasını, herifini, gahamlarını ve tüm köyü yücelten, yerinde konuşan, lafı sözü belli, usül-erkan bilen, her biri haysiyet erbabı birer bilgeydi.
Sucunun Adife, Gôogız, Şallalı Emine, Gôoşün Mahi, İsmet Garı ve Haytanın Zala tertemiz yürekleriyle düğünlerde düzgünlerde sadece Esenli’yi değil tüm Yozgat’ı böyüdürler, her işi düşene koşulsuz yardım ederlerdi. Patlah Yusufun Lele, Havili Garı, Nalbandın Belgızar, Rafetin Cemi ve Iggılı Garı gibi saygın hanımlar köyüne, köylüsüne canını verecek kadar fedakarlık yapan eli öpülesi kıymetlerdi. Bunlar Dediğin adını ve göreneklerini tüm Yozgat’a duyururken, bir dakika bile boş durmaz hep çalışır, erdemli gayretleriyle herkesten dua alırlardı. Emek ve çalışkanlık denilince Galenin dibini dölekleyip cennete çeviren Mamer Garıya, Hamidin Şemşiye, Abdulgadirin Fadimiye, Herlecilerden Möhdebere zaten imrenmeyen yoktu.
En lezzetli yemekleri Badıözün Üllü, Zabidin Ümüş, Gubarığın Zekiye, Tuturuh Nene, Narin Bibi ve Kôr Şavga Hala pişirirdi. Bunların gürk yatırdığı bodu, culuh, şibi, tavıh herneyse, kaç yımırtıya yatırırlarsa yatırsın bidenesini bile ziyan etmeden alayıcıınıda çıkatdırırlardı. Hemide ne kediye, ne ite, ne saksağana, ne alıcuşa gaptırmadan firesiz böyüdürlerdi. Dahası onların bağı, bosdanı inci gibi ışılarken, evlerine düğün alayı gelse, ordu gelse sofra kurar, sadaacı, vali, kaymaham, cingan, deşirici ayırmadan misafir ederlerdi. Hepsininde elleri açıh, haneleri bereketli, sufraları ortada, yüzleri nurlu, takva sahibi, abdestli namazlı mübarek kadınlardı.
Efsane değerleri ve unutulmaz rekorlarıyla çok renkli bir yerdi Dedik... Hacı Duranın Gağnı Hahverdi Yohuşundan ya da Çamırlı Ayağandan çıharken yansıttığı gıcılama savaş sireni gibiydi. Topal İzetin Gağnı ise Aşşaa Bağlardan, Sel Kesiğinden, Mühlümden veya Dolamanın Burnundan gelirken çıkarttığı gıcılama tâa Alcı’dan, Yudan’dan duyulurdu. Kutükcünün Mısdafanın ve Yalmanın Gağnıyı zaten Yozgatta bilmeyen yok. En yüklü salları, en ağır çuvalları Muacir Tayırın Boz Oküzlerinen Hicrettin Durnanın öküzler çekebilirdi. Tomsunun Nadir’in, Havlinin Sülüman’ın, Çopur İbraham’ın, Golsuz’un, Hamızaka’lin ve Dedehocanın Ziya’nın atları çevrenin en gözde koşutlarıydı. Mübarekler hem babayiğit, hem uysal, güçlü ve görkemliydi. Gören Maaşallah demeden geçemezdi..
Şimdi türleri melezleşip değişti ama eskiden yöremize has, ilginç köpek ırklarıda vardı. Sadakatleriyle yadırgıya korku, hane sahibine güven verirlerdi. Serder Kâanin, Hamıza Kâalin, Kürt Omonun, Çoban Acah’ın, Adilin Egah’ın, Dağli Melağen Dursun’un, Topal Ziyanın Halil’in ve Saidin Omar’ın itler bek zeki, bek yavuzudu. Haşarılıkları yanında hissiyatlarıyla da ilgi çekerlerdi. Dedikliler ve Dediğe gidenler bu hayvanlardan çekinsede, cinsinden alıp böyüdebilmek için saaplarına dil dökerlerdi.
Florence Nightingale’den daha ünlü hemşireler ve Dünyanın en bilge doğum ebeleride Dedik’teydi. Öteaçe’deki Gara Memmedin Kel Elmas, Emirin Satı, Kor Bekirin Gara Şerif, Serderkânin Selvinaz, Çoban Mısdafanın Şemşi, Omarın Ahmedin Guduret, Hot Memmedin Hamdinin Sultan ve Tahayidin Mahbile en ağrısız, sızısız doğumlara uzmanlıkla imza atarken, hastalıklara karşı streil tedbirleri, anne ve çocuğun beslenmesine yönelik yerinde öğütleri ve “Algızı Basması”na yönelik geleneksel uyarılarıyla birer Profesördü. Tüm müdahaleleri doğru, tedbirleri etkili ve yerindeydi. Bu cennetlik hanımlar, milyonlarca dûaya konu birer kanatsız melekti.
Farklı sağlık sorunları olanlar da emin ellerdeydi. Gözünde it dirseği çıkan, gızıl yurük olan veya gafasını çititmek isteyen Gara Hacı’ya gelirdi. Gara Hacı önce tavanın altını kızdırır, Gızıl Yurük olanın suratına coss diye basarak parpılar, tukürürdü. Hamidin Kâmilin Şevket’de sancılanan atı-gatırı yularından tutar, Derviş Bâanin Mezerinde dolandırır iyi ederdi. Yel bağlama işiyse Sohu Memmed’indi. İpliği bağlar, okur, millete derman olurdu. Guduz avsınlayıcısıda vardı. Bu iş ise Hoke Memmed’in uzmanlık alanıydı. Kırık-çıkık gibi ortopedik travmalara Sınıhçı Muacir Halil bakarken, sarılık olan, dodağını cilatınan çititmek isdiyen, yaarnını hacamat ettirmek isdiyen Dede Hocanın Müzefer’e gelirdi.
Dedikteki sülaleler, isimlerini güç, kudret, zenginlik, kavga, nizah, asma, kesme gibi deli dolu ünvanlarla değilde, izzet-ikram, insanlık, hörmet, misafirperverlik ve hanedanlık şanlarıyla namlandırma rekabetindeydi. Kumükler, Gubalar, Herleciler, Azizler, Gazikâaller, Sülükler, Hasanoğlu Dahımı, Halibâamler, Gıcıhlar, Hasanâğaller, Edeler, Çiviler, Tüysüzler, Hamitler, Irasullar, Hamzakâel, Gafalar, Dalmızrahlar, Gôoğlanlar, Haceliler, Avşarlar, Saraçlar-Hamidoğulları, Sipahiler, Barışlar, Necipkâeler, Ülfet Çavışlar, Fettahlar ve Mulla Seyitler hepside adam gibi adamların yetiştiği birer görgü okulu, saygı ekolü ve yiğitlik idolü gibiydi. Helede Mırıhlar, Gurbanoluyum Dahımı ve Kor Seyitler sülaleleri hörmet, görgü, ikram, güleryüz ve misafirperverlikte bir numaraydı.
Dediklilerin memleket özlemi yine bambaşka. Bir Dedikli hangi makama, hangi mevkiye, hangi zenginliğe yükselirse yükselsin, tatil için ne Marmaris’e, ne Bodrum’a, ne Havai Adalarına, ne Porto Riko’ya, Karaiblere, Maui’ye, Capd’Antibes’e, Maldivlere, Cocoa’ya, Meuru’ya, Cayman Adalarına, Jurassic Coast’a, Coted’Azur’a, Girit’e değil, onların tatil yeri tercihi kesinlikle Tilki Deliği, Garaman Yeli, Maldaşı, Ramazan Pınarı, Ahlanın İçi, Dara Deresi, Geyik Gayası, Korçe Pınarı, Ganlı Göl, Güzsoo, Arisu, Ada, Dağermen Yolu ve Sekiörendir.
Yozgatımızın en saygın ve bilge kültür değerlerinden Yozgat Fm&Yozgat Tv haber platformunun sahibi Koray BULUT diyor ki; “Hani gezi tutkunları bir yerin güzelliğini anlatırken saklı cennet ifadesi kullanırlar ya; işte büyüklerimin anlattığına göre Esenli tam öyleymiş. Keşke o günlere ait video görüntüleri elimize geçsede yayınlasak.” Diyor.
Veysel BULUT Hocamda diyor ki; “Varsın Dünyanın en zengin milyarderleri yedi yıldızlı otellerin okyanus koylarına uzanan kristal masalarında Wagyu bifteği, İber jambonu, albino havyarı, mavi yengeç, Matsuteke mantarı yesinler. Varsın jet sosyeteler Kopi Luwak kahveleri, Dom Perignon Vintage Şampanyaları, Hine Antique Cognac viskileri içsinler. Bana sadece Ada’da, Güzssoo’nda, Korçe Pınarında isli bir çaydanlıkla demlenmiş bi çay, guvermiş çokelikli yada omaçlı bi dürüm, torba yoğurdundan da kesekli bi çalhama verin hepsine bedeldir.” Diyor.
Minerali zengin, memba tadında en güzel sularda Dedikteydi. Diz kırıp, yüzünkoyu eğilerek Turudunun Eşmeden, Veyselin Ahmedin Eşmeden, Çivilerin Eşmeden ya da Buğül Buğül eşmeden bir su içseniz Abu Hayat bu derdiniz. Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan tüm Dedikliler, yüreklerini soğutacak, aroması ve rayihasıyla özlemini törpüleyecek en güzel suyu ancak Katibin Ekufun pınarlardan, Vasibin Pınardan, Irasulun Pınardan, Maldaşında Kezilinin Pınardan, Delasanın İsmayilin Pınardan, Çöllonun Pınardan veya iki lüleside patılayı patılayı akan Gayalı Oluhdan içebileceklerini iyi bilirler..
Cennet Mekan Katibin Ekuf, içen bize rahmet okusun diye her yere çeşme, eşme yapan yüreği altın, evliya ruhlu bir hayırseverdi. Baraj altında kalan mezarı yıllar sonra taşınmak için açıldığında hâlâ canlılık işareti kan izlerine rastlanıldığı rivayet edilir. Bu Mübarek insan niyeti ve akıbetiyle hâlâ hayırla anılır.
Fabrikalar, tesisler, barajlar, şantiyeler ve sistemli yapıların inşa zaruriyeti sanayi toplumlarının ortak kaderidir. Bunlar o toplumun refah düzeyi ve hayat standartını yükseltirken mutlu hatıralarıyla duru hafızaları, vefa ve alınterlerinide bir anda silip süpürüyor. Aynı Gelingüllü Barajında olduğu gibi bir cennet coğrafyayı taş ve su yığını haline getirebiliyor.
Barajımızın bölge ve ülke ekonomisine ne kadar faydası olduysa, doğal güzelliklerimizi imhası yönüyle bizede bir o kadar zararı dokundu. Alcı Köyü’nün en güzel mevkiileri Eğriöz, Güvem, Acıpınar bostanlıklarını imhası yetmezmiş gibi, Dünyanın en güzel köyü Esenli’yide yutup kaybetti. Daş armutlar, gül üzümler, efsane bağlar, kelek-bosdan-şemşamer bükleri, pahla, mısır, domates, soğan, biber ekili karıklar, çiçekli çevlikler, edalı edalı akan Ariz, heybetli ağaçlar, envayi çiçekler, arılar, kuşlar, kelebekler Bozok Yaylasından silinip gitti. Üstünde üveyik, alopal, saksağan, garacula, tahtadelen, gôo garga ve türlü türlü ispinozların yuva yaptığı o devasa serviler, kavaklar, söğütler, rayihasını hiçbir yerde tadamadığım ballı meyveler, çeşit çeşit yemşen, güvem, kuşburnular, cehriler, dikenlerinden sormuh şekeri alabilmek için koyun yünü topladığımız iğde ve çalı grubu güller artık hayallerimiz kadar uzak.
Elbetteki barajlar, şantiyeler ülke menfaatlerimiz için zaruriyet arzeden tesisler yapılmalı, kurulmalı ama, içinde çocukluğumuzun saklı olduğu o yok ettiği güzide hatıralarımız korlu yüreklerden, hasarlı gönüllerimizden nasıl silinir bilemiyoruz.
Dedikliler idari bağları Yozgat’tan ziyade çarşı-pazar için Sorgun’a giderdi. Hal böyle olunca tüm vesayitleri Alcı’dan geçerdi. Köhne’ye gitmek için hep onların moturunu, gatırını, minibüsünü, takasını beklerdik.
Bölgemizdeki her moda, her yenilik, her ilk önce Esenli’ye gelir, sonra diğer köylere dağılırdı. Dediklilerin hepsi şık, davranışları modern, üslupları kibar, yaşamları Avrupai tarzdaydı. Biz onların bostanlarından ne kadar kavun, kelek, üzüm, mısır, domates, biber aşırsak ta onlar hiçbir köyün bağına-bostanına asla tenezzül etmezdi. Mülkiyet haklarına sadık ve saygılıydılar. Diktikleri her ağaç, ektikleri ürünler, tarımda-hayvancılıkta, eğitim, sağlık, sanat ve zanaatta yaptıkları her girişim çevreye ve çehreye hem örnek, hem klavuzdu. Yeşertip güzelleştirdikleri asri emek ve eserleriyle her ferdi bizlere birer medeniyet öğretmeni gibiydi.
Geçtiğimiz yıl akademisyen abilerimizle bir tarih-kültür programı için Kırşehir’den dönerken, Yozgat’ı gezdirmemi istediler. Köyüme giderken boz bir tepeye kurulu Yeni Esenli’ye yolumuz düştü. Evler, yollar, parklar, modern binalar, bir sürü süslü yapı ve şehir dekorları var ama hiç biri eski Esenli’nin ruhunu, emsalsiz muhabbetini ve yürek sıcaklığını yansıtamıyor maalesef. Başta Bilal ŞAHİN ilçe olma ümidiyle cezb edici binalar, sosyal ortamlar, birbirinden fedakar yatırımlar yapmış ama göçlerle düşen nüfus yüzünden bırakın ilçe olmayı, belediyelik unvanları bile ellerinden gitmiş.
Esenli tarihiyle, kültürüyle, insan değerleri ve geleneksel motifleriyle tam bir okul, tam ekol, tam bir idoldü. Bu efsane kültür ve bu emsalsiz erdem kesinlikle yaşamalı, yaşatılmalı ve kayıt altına alınmalı beklentisindeyiz. Bu fedakarlık için nedense çoğunun aklına Veysel BULUT ve Koray BULUT geliyor. Bu güzel insanlardan böyle bir çalışmayı özellikle arzediyoruz. Geçtiğimiz gün memleket sevdalısı Emre CEYLAN ve Erdoğan CEYLAN adlı iki güzel insan “ESENLİ AŞAĞIKÖY” rumuzuyla bir sosyal medya grubu kurmuşlar. Esenli ve Esenlilileri şanına layık şekilde yücelterek tanıtıyor, bu aziz topraklara değer katan hanedan kıymetlerin hatıralarıyla nostaljik resimlerini paylaşıp duygu fırtınası estiriyorlar.
Esenli yeni hali, yeni yeri, güleryüzlü insanları, erdemli haneleri ve kadim dostluklarıyla yine duruyor. Yine bu aziz insanlar dağbaşıda olsa burasını zümrüt gibi yeşertmişler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar yinede gönlümüz eski Dediği, nostaljik güzellikleri arıyor. Nerde o devasa selviler, cevizler, kaysılar, üzümler. Yoncalıklar, çayırlar, çimenler, eşmeler, pınarlar.. Nerde o Amazon deltasını andıran bükler, beller, çevrimler, çevlikler, börtü-böcek, kuş-kelebek, berrak Kanak, Billur Eğriöz, kefalleri, sazanları kovalayan bodular, şibiler.. Yav hüzünlenmemek eldemi. Metropol kargaşası ve stresli yaşamından zaten bıkmışız. Toprak damlı evleri, naftalin kokan tukenleri, muhabbet yansıtan kahveleri, değirmeni, nalbantı, demircisi türlü eşrafıyla bilip özlediğimiz, gözümüzün-gönlümüzün baş şehri Dedik ise şimdi kurak bir dağın başında sıkıcı bir şehir görüntüsünde. Kahırlandık tabii ki.
Artık ne toprak damlı tukenleri nede naftalin kokuları var. Sokaklarında davar kıhahlarının, mal gübrelerinin izi bile yok. Bağlarında ballı üzüm, dağlarında kelebekler, çiçeklerinde arı, ağaçlarında kuş cıvıltısı, yollarında iğde kokusu yok. Başka köylerden bayramlık asbaplarını giyip kalın yün minderli eşekleriyle Dedik dükkanlarına gelen süslü heriflere rastlanılmıyor. Bahçe siyeçlerinden kabak, bostan, hıyar tefekleri kol atmıyor. Yetkin kayısılar, erikler, armutlar yollara dökülmüyor. Öylen sağımına gelen koyun sürülerinin melodiyi andıran tıkırdak sesleri, senfoniyi andıran kuş sesleri duyulmuyor. Küllük kalmamış ki tavuk-cücük teşelensin, Kanak yok ki bodu-şibi bağırsın, patılayarak akan pınarlar kurumuş, oluklarında çocuklar nasıl çimsin.
Damlarında kur yapan güvercinler, tozmasın diye ıslatılıp süpürülen avlular, hayatlar, tukenler, bakkalar, kahveler, biri gelip biri giden kağnılar, at arabaları artık yok. Aynen batan bir güneşin ıssız-sessiz ufukları gibi hüzün dolu sıkıcı bir görüntü. Zaten Alcıyla arasıda epey uzaklaşmış. Yani tüm güzellikleri hayaller kadar flu, rüyalar kadar uzak.
Hey gidi Esenlim hey… O altın yıllarını, o cennet coğrafyanı ve o efsane mazini şimdi çocuklarıma anlatıyorumda inanmıyorlar. Asaleti eşsiz, fazileti emsalsiz, misafirperverliği şahika kral insanların ve ruhumuza nakşettiğin sırlı hatıralarınla her zaman özlemimiz, herzaman gönlümüzde kalacaksın.
Makamı mekanı Cennetin baş köşeleri olması dûalarımla ebediyete intikal eden tüm geçmişlerine Allah’tan rahmet, yaşayan birbirinden kıymetli değerlerine refah, huzur ve uzun ömürler diliyorum. Çaldığımız bostanların, daldığımız üzümlerin, yolduğumuz şemşamerler ve talan ettiğimiz bağın-bahçenle çocukluğumuzun en çılgın heyecanı, gençliğimizin en unutulmaz macerası, hayatımızın en ölümsüz neşesi, hatıralarımızın ve hafızalarımızın en süslü tablosu olarak yaşayacak, yüreğimizde saklanacaksın.
Seni, o yakut güzelliğini, o aziz ve asil insanlarınla o asri mazini tarif edebilmek ne mümkün. Ruhumuzun ve gönlümüzün incisiydin sen…