Bugün bu yazıda bolca dertelenme, çokça sitem, bir miktar üzüntü, bol bol soru bulacaksınız. Belki biraz da kendinizi...
Yoruluyoruz, durduk yere değil, durmaksızın biriken cümlelerden, içe atılan kelimelerden, bir türlü söylenemeyen, söylense de anlaşılmayan belki de anlaşılmak istenmeyen cümleler yoruyor insanı.
Sonra susmaya başlıyor insan. En kötüsü de susmak belki de. Duyulmayan cümlelerden çok belki de suskunluğunun duyulmaması en çok da yoruyor, kırıyor insanı..
Duymamak mı? Duymak istememek mi bilinmiyor ama herkes konuşmaya, anlatmaya, üstün çıkmaya meyilli; kimse dinlemeye niyetli değil.
O anda sorular, sorular, sorular..
Neden bu kadar yalnızız kalabalıklar içinde?
Neden göz göze geldiğimizde bile tanımıyoruz artık birbirimizi?
Ne ara bu kadar kırıldık, ne zaman vazgeçtik birbirimize iyi gelmekten?
Üzüntü..
Üzüntünün rengi var mıdır bilemiyorum? Var galiba, gri- siyah bir üzüntü.
Yitip giden arkadaşlıklar, sırra dönüşen dostluklar, bir zamanlar "hiç gitmez" denilenlerin ardına bile bakmadan çekip gidişi…
Üzücü şeyler bunlar. Ama alıştık mı artık, yoksa kanıksadık mı? Onu bile bilemiyorum.
Bugün sadece içimi dökmek istedim. Belki bu cümleleri okurken, yüreğine dokunduğum biri olur, belki siz de okurken “Evet ya, ben de böyle hissediyorum” dersiniz.
Belki kendinizi bulursunuz bu satırlarda.
Belki birine yazmak istersiniz.
Ya da belki uzun zamandır sakladığınız o cümleyi cesaretle kurarsınız: “Ben iyi değilim.” Bir duyana, duymak isteyene, görene, görmek isteyene dokunursunuz belki o sizi duyar, dinler..
Dertleşmek, bir nevi şifadır. Ve bazen bir yazı, hiç tanımadığınız bir kalpten dökülen cümleler bile sizi iyileştirebilir.
İşte bu yüzden bu yazı burada dursun.
Biraz dertleşmek isteyen herkese açık olsun.
Çünkü bazen sadece dinlenmek ister insan… Ve duyulmak..