Çorum bizi hararetli istikbal etti. Kumandanla beraber geceyi Belediye Reisi Ölçekoğlu Hasan Ağa’nın evinde geçirdik. Sabah kahvaltısında Mutasarrıf Cemal Bardakçı da vardı. Çorum’a ziyaretimizin sebebini ben izah ettim. Çorum’da alacağımız eşyayı karşılayabilmek için 5000 TL’ye ihtiyacımız olduğunu söyledim. Kumandan “scoot” ediyordu. Ne mutasarrıf ne de belediye reisi teklifime “evet” veya “hayır” diye bir cevap vermediler.
Akşam olmuştu. Sofrada beraberdik, para gelmemişti. Ben, yiyecek eşyası ve ayakkabıyı mağazalardan “parası ödenecektir” diye birer vesika vererek almıştım. Sofrada söz alarak 5000 TL’nin kâfi gelmeyeceğini, 6000 TL vermeleri lazım geldiğini söyledim. Yine “evet”, “hayır” diye bir cevap alamadım. Ben de her akşam 1000 TL talebi artırarak miktarı 10.000 TL’ye çıkarttım. Fakat yine bir cevap alamadım.
Beşinci geceyi Belediye Reisi Hasan Ağa’nın odasında geçiriyoruz. Fakat her gün 1000 TL artırarak 10.000 TL’ye çıkardığımız paradan haber yok. Piyasadan askere ayakkabı ve kumaş alınmıştı. Parası ödenmemişti. Kumandanla bu vaziyet karşısında nasıl bir tutum alacağımızı düşünüyoruz.
Tam bu esnada kapı açıldı, içeri ihtiyar bir zat girdi. Elinde mendil, ağlıyordu. Kumandan ayağa kalktı, iltifat ederek bu zatı oturttu. Gelen bu misafir biraz sükûnet bulduktan sonra söze başladı. Adam, bir emekli asker olduğunu beyan ettikten sonra sözüne şöyle devam etti:
Tek bir erkek evladı olduğunu, bu yavrusunun zalimce ve kahpece öldürüldüğünü şöyle hikâye etti: Bu zatın 18-20 yaşları arasında yakışıklı, güzel bir oğlu varmış. Bu yavrusunu ticarete alıştırmak istemiş. Bu askeri katibin bu düşüncesini haber alan bir namussuz, karşısına dikilerek çocuğunu ticarete alıştıracağını tatlı dille anlatmış. Netice olarak bu baba, oğluna o zamanın parasıyla 1000 TL sermaye vererek bu adamla ticarete başlatmış. Bunlar bir ara Çorum ve komşu ilçelerin pazarlarını takip ederek mal alıp satmışlar.
Nihayet günün birinde bu adam Çorum’a gelerek bu ihtiyar babaya, oğlunun verilen parayla birlikte kaybolduğunu, bütün gayretine rağmen bulamadığını beyan etmiş. Ana-baba gözyaşları dökerek kaybolan çocuklarını aramaya koyulmuşlar. Nihayet kaybolan çocuğun birkaç gün sonra bir ekin yığını içinde boğularak öldürülmüş olduğunu haber almışlar. Yapılan tahkikatta ortağı tarafından ırzına geçilerek öldürüldüğü tespit edilmiş. Cani katil neticede 110 seneye mahkûm edilmiş ve Çorum Cezaevi’ndeymiş.
Adam bu acıklı hikâyesini uzun uzun gözyaşlarıyla anlattı ve nihayet kumandan tarafından teselli edilmek suretiyle yine ağlayarak çıkıp gitti. Adam gittikten sonra kumandanla yalnız kaldık ve kararımızı verdik. Bu camiyi ALESTA aşacaktık. Adamın üzerimizde bıraktığı acı iz, ikimizi de o gece uyutmadı.
Sabahın erken vakti bir manga asker alarak hapishaneye gittik. Kapıyı açtırdık. Hapisler odalarından yeni çıkmıştı. Hep ızgaranın gerisine yığılmışlardı. Bu cani katili çağırmadan bir takım mahkûmları kumandan sorgulamaya başladı. Birçoğunun namus yüzünden mahkûm ve mevkuf olduklarını tespit ederek isimlerini aldı. Bu esnada halen hayatta bulunan Ceritoğlu Ahmet Efendi
— o zaman komisermiş — yanımıza geldi. Piç Mistik isminde, 1.10 boylarında, sekiz defa askerden kaçtığını beyan ederek şikâyette bulundu. Bu alçak karakterdeki adamın da ismini kumandan aldı.
Artık hükümet daireleri açılmış, herkes vazifesinin başına gitmişti. Mutasarrıf Cemal Bardakçı da yanımıza geldi. Kumandan, mecburen suç işlediğine inandığı 70 kişiyi tahliye etti. Askeri katibin oğlunu öldüren cani ile asker kaçağı Piç Mistik’in derhal idam edilmesini emretti.
Halk, lüzumundan fazla kalabalıktı. Bu iki bahtsızdan birincisi olan Piç Mistik’i, hükümetin kapısının ağzında bulunan dut ağacına bastırdım. İkincisini de saat kulesinin dibine bir sehpa kurdurarak idam ettirdim. Askeri katibin gözyaşları dinmiş, teselli bulmuştu.
Odaya geldiğimiz zaman, istediğimiz 10.000 TL da gelmişti. Borçlarımızı ödedik. Dede Kargınlılar’a verdiğimiz mühlet de dolmuştu. Bir kısım noksanlarımızı süratle ikmal ederek öğle üzeri hareketimiz sırasında, idam edilenlerin göğsüne de şu yaftayı astık:
“Ciddi tahkikatı bilâhare yapılmak üzere şimdilik idamına karar verildi.”
Hareket ettik. Alaca’ya geldik. Müddeti dolan Çerkes Ethem müfrezesi firarileri gelmiş ve bize intizar ediyor olduğunu gördük. Geceyi Alaca’da geçirdik.
Sabahın erken vaktinde kalkarak kahvaltı ediyorduk. Sofrada Saraçoğlu Asım Bey, Alacalı Behçet Bey ve Gök Rıza vardı. Kapıdan içeri, boynuna bir ip takılmış bir adam girdi:
— Efendim, isterseniz affedin, isterseniz katledin... diye bir şeyler söylüyordu. Kumandan hayretler içinde bu adamın kim olduğunu sordu. Gelen adam, Sincanlı Çingene Mehmet’ti. Dışarı çıkmasını emretti. Sofrada bulunanlardan kumandan tahkik ederek bu adamın cani, hırsız yatağı olduğunu tespit etti. Bu şahsın da idamını emretti. Adam kapının ağzında bekleye dursun, idam hükmünü giymişti.