Ömür demini aldığında, eski harmanları savururken pişman olunmaması için, Yozgat’taki sohbet meclislerinde söz temsili deyip anlatılan bir Nasreddin Hoca nüktesi ile az söyleyelim de çok anlaşılsın:

Nasreddin Hoca, işlerini görür ve gün akşama yaslandığında evin yolunu tutar. Hürmetle karşılanmanın, mükellef sofranın ve muhabbetli sohbetin hayâliyle geldiği saadetli hanesinin kapısını çalar. Çalması ile kapının açılması bir olur.

Eşikten adımını atar atmaz, olan olur ve hürmeti, sofrayı ve muhabbeti eşikte bırakmak durumunda kalır. Hatun kişi, nerden ne estirirse konuşur da konuşur.

Neyse ki, mütevazı da olsa Hoca’nın önüne bir sofra konulur.

Sofradan sonra sohbetin kapısını biraz aralayacak olur, ama nafile. Evdeki, kaba boydan savurmaktadır.

Hoca merhum, çile çıkarmaya devam eder de eder…

Vakit ilerler ve gün sabaha döner.

Kuşluk zamanı sofra hazırlanır ve Hoca, sabah çorbasını içer.

Hatun kişi ise akşamdan kalan yarım faslı tamamlamak için hemen işine koyulur ve Hocanın başının etini yemeye devam eder: “Falanın sarayı var, filanın hanı var, filancada küp küp altın var. Filancaların tepesinden yağmur niyetine altın yağıyor. Ya bizde öyle mi? Şu desti dolusu bile altınımız yok! Oy! oy! Çileli başım! Oy!”

Hoca ne yapsın, ne etsin! Bu ne yaman derttir! Kadıncağız konuştukça duvarlar üstüne üstüne gelmeye başlar: “Yeter, yeter! Şerrine lânet, yeter!” deyip, her nasılsa celâllenir. Kapının ardında bardaklıkta duran destiyi alır ve evden kendini dışarı atar.

Doğruca çeşmeye gider ve destiyi doldurur. Çarşıya, pazara doğru yürüyerek: “Akıl satıyorum! Akıl satıyorum! diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlar. Hocayı her gören ve duyan, bunda bir iş var, deyip sadece olanları takip eder.

Olacak ya, devrin Sultanı da artık ne işten geliyorsa, oradan geçmektedir. Hocanın çarşıda, “Akıl satıyorum! Akıl satıyorum” diye bağırmasını duyar: “Var bunda bir iş. Çağırın şu Hocayı!” deyip buyruk verir.

Askerler derhal Hocayı Sultanın yanına getirirler. Hoca, Sultanı selamlar.

Sultan: “Hocam hayırdır! Bu ne hâl!” deyip merakını giderir.

Hoca, tebessüm ederek: “Akıl satıyorum Sultanım!” diye karşılık verir.

Sultan: “İyi öyleyse, benden iyi müşteri mi bulacaksın, bana sat!” der cömertçe.

Hoca: “Satarım tabi ki. Doldurun şu destiyi altınla o vakit!” der.

Sultanın işareti ile Hocanın destisi alınla doldurulur.

Desti dolunca Hoca: “Sultanım! Sen sen ol! Yaptığın işin, sonunu iyi düşün!” deyip müsaade ister ve huzurdan ayrılır.

Sultanın önceleri canı sıkılır bir desti altın gitti diye. Fakat düşündükçe: “Hoca boş adam değildir, kesin bir hikmeti vardır!” demeye aşlar.

Sarayın da yolunu tutarlar.

Hocanın sözü Sultanın aklına takılır. Etrafı ile ilgiyi keser: “Allah Allah! Sen sen ol! Yaptığın işin, sonunu iyi düşün! Ne demek acaba?” diye diye hafiften söylenmeye başlar.

Bu halde saraya gelir.

Karşılanır. Makamına geçer. Berberi çağırır. Yerine oturur. Bir taraftan da Hocanın sözü dilindedir.

Berber gelir. Aynayı Sultanın karşısına koyar ve önlüğünü bağlar. Usturayı hazırlar.

Sultan da etrafına ilgisiz bir halde Hocanın sözünü tekrar etmektedir: “Sen sen ol! Yaptığın işin, sonunu iyi düşün!”

Berber, usturayı hazırlarken Sultanın sözünü duyar: “Eyvah! Sultan, yaptığın işin sonunu iyi düşün diyor. Vaziyetten haberi var, şimdi bittim, boynum gitti!” diye söylenir. Heyecana kapılır. Beti benzi atar. Eli titremeye başlar.

Sultan gene, Hocanın: “Sen sen ol! Yaptığın işin, sonunu iyi düşün!” sözünü hafif yollu söylerken berberin hâlini fark eder. Belli ki bir iş vardır. Şüphelenir. Hışımla tıraş önlüğünü çıkarır ve “Bre bu ne iştir!” diye gürler.

Berber, hemen Sultanın ayaklarına kapanır: “Aman Sultanım! Benim bir suçum yok. Hak bilir bî-günahım. Lâkin vezirle filanca bey, beni tehdit etti. Tıraş sırasında Sultanı öldüreceksin dedi. Yoksa sen düşün dediler. Vaziyet bu Sultanım!” deyip herbir şeyi bir bir anlatır.

İş ortaya çıkar.

Sultan, suikastten kurtulur. Tahkikattan sonra derhal gereği yapılır. Vezirle suç ortağı beyin hakkından gelinir!

Berber de affedilir, fakat saraydan gönderilir.

Sultan, şükürcelik kurbanlar kestirir. Nihayet Hocanın sözü aklına düşer: “Hoca’m, o altınlar sana helâl olsun. Hayatımı kurtardın!” deyip gıyabında hayır dualar eder!

Bu ara Hoca da elinde altın dolu desti ile evine gelir gelmez, hatun kişinin destiyi kafasına çalar.

Kadıncağız neye uğradığını şaşırır. Desti kırılınca başından yağmur gibi altın yağar. Sevinecek mi kafasında parçalanan desti yüzünden öfkesi mi kabaracak bilemez!

Hoca: “Gördün ya hatun işi. Senin de başından yağmur gibi altın yağıyor. Her bir şeyin bedeli var ama. Bak kafan yarıldı!” deyip gülmeye başlar…